0.6

3 1 0
                                    

"bugün okulda bir çocuk gördüm," diye mırıldandı pelin masadaki bademleri ağzına atarken. derin ve içten bir nefes alarak hülyalı bakışlarla gözlerini kırpıştırdı. "kim gördün?" kendi çapımızda coverlar yaptığımız küçük müzik grubumuzun bir gece kulübündeki konserinden sonra bize ayrılan masada grup arkadaşlarım ve arkadaşlarımızla oturuyorduk. pelin omuzlarını kaldırıp indirirken dudağını büzdü. "adını bilmiyorum. ama gerçekten çok hoş biri. böyle uzun boylu, esmer, kiraz dudaklı.. ah, bir de kahkahası var... görmen lazım asya! çok tatlı, masum bir yüzü var. temiz, saf kalpli."

gülerek kaşlarımı kaldırdım "çocuğun kalbini ne ara gördün?" elini kendi kalbinin üstüne koydu. "hissettim."

"bu kadar iyi olma pelin, sonra öyle bir şey yapıyorlar ki neye uğradığını şaşırıyorsun. kendini kaybediyorsun." diye mırıldandım ve biramdan bir yudum daha aldım. her zaman aklıma geldiğinde içimde oluşan burukluğun geçmesini bekledim. anlamlandıramıyordum; hiçbir şey hissetmediğimden emindim. umursamıyordum da. ama neden her aklıma geldiğinde kendimi kötü hissediyordum? bir süre olmaması gerekiyordu. "sonra bir daha bulamıyorsun. ya da bambaşka birine dönüşüyor."

"hey," elindeki bademleri masaya koydu ve masadaki elime uzandı. "geçti gitti artık. yaptığı onun domuzluğuydu. onu hatası ve onun aptallığı. inan bana o senin tek damla göz yaşını hak etmiyor, üzülme."

kendimi yatıştırmak için derin bir nefes aldım, içimdeki burukluğun geçmesini umuyordum. "üzülmüyorum. gerçekten artık üzülmüyorum. kızgın ya da kırgın da değilim. içimde hiçbir şey yok. sadece... bilmiyorum. her seferinde aynı şey oluyor."

"tamam! ağlamak yok. ne onun ne de herhangi biri için ağlamak yok." ortamdaki sinir bozucu sessizliği, her ne kadar müzik olsa da, dağıtmak için ellerini çırptı. kulübün üst katında olduğumuz için biraz daha sessizdi aslında. pelin daha sonra kalkıp yanıma geldi ve bacağını altına alarak bana doğru oturdu. bana heyecanlı bir şey anlatacağı zaman hep yapardı bunu. "rana bana birinden bahsetti."

gülerek ben de ona doğru döndüm. "o kimi görmüş?"

"hayır, onunla alakalı değil." kaşlarımı çattım. "kim olduğunu bilmiyormuş. sen de öyle. anonim falan herhalde. sana mesaj atmış ve konuşuyormuşsunuz. hala konuşuyor musunuz?" yamaç'tan behsediyordu. "evet," diyerek başımı salladım. "ama anonim değil. kim olduğunu biliyorum."

heyecanla gözlerini büyülttü. "kim?"

"tanımazsın bence. ya da tanıyabilirsin ama ilk dün kütüphaneden çıkarken gördüm. aslında görmesem de olurdu. bir şey kaybetmezdim."

"popüler biri mi?"

omuz silktim. "sanırım."

"eee, söylesene asya! kim?"

dirseğimi koltuğun üst kısmına yerleştirirken elimi avcuma dayadım. "yamaç diye gereksiz biri."

"yamaç mı?"

"tanıyor musun?" gözlerini düşünceli bir şekilde kısarak bakışlarını masada gezdirmeye başladı. "hayır." dedi sonunda. "sanırım ismini duymuştum ama." 

"benim aksime okulda sosyalsin. duymuş olman normal."

"ama eğer duyduğum yamaç ile senin bahsettiğin aynı kişiyse hiç de gereksiz değil." ilgisizce omzumu silktim. "bence öyle. gereksiz biri ama," duraksadığımda kaşlarını kaldırdı. "ama?"

"konuşması sarıyor."

lavender hazeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin