kaynar su alarak hazırladığım bitki çayından son bir yudum alarak karton bardağı çöpe attım. masanın üzerindeki kitap, defter, kalem ve telefon dörtlüsünü kucaklayarak hızla çıkışa yöneldim.
12'de dersim vardı fakat biraz ders çalışabilme umuduyla okula 11'de gelmiştim. ancak geldiğimden beri yaptığım tek şey defteri saçma sapan şekillerle karalamaktı. odaklanamıyordum ve bu gerçekten sinirimi bozmaya başlamıştı. elimden geldiğince yavaş adımlarla amfiye doğru ilerliyordum ama ayaklarım geri geri gidiyordu.
içimde ne ders dinlemeye ne de ders çalışmaya dair en ufak bir istek vardı. derslerde sürekli uyukluyor ya da kafamı veremiyordum. öyle bir duruma gelmiştim ki sene sonuna kadar böyle gidersem sınıf tekrarı yapmak zorunda kalacaktım. bu da istediğim en son şey falandı.
"sarışın!" nefesimi sinirle dışarı üfleyerek durdum ve arkama döndüm. "yemin ederim saçlarımı boya-" elinde gördüğüm kırmızı kaplı telefonla cümlemi yarıda keserek bakışlarımı kucağımdaki kitaplara indirdim. en üstte olması gereken telefonum yoktu. "onun sende ne işi var?" diyerek yanına telefonumu almak için gidip elimi uzattığımda sırıtarak kolunu yukarı kaldırdı.
"ver şunu."
"bir şey unutuyorsun."
kaşlarmı çattım. "hayır, unutmuyorum. verir misin şu telefonu?! bak derse geç kalacağım. zaten notlarım berbat."
"emin ol seni çalıştırmayı çok isterdim ama ben iktisat okuyorum."
yüzümü buruşturdum. "kastettiğim şey o değildi. zaten senden ders alacağıma hayatım boyunca okurum daha iyi."
güldü. "büyük konuşma."
"yamaç." dedim üstüne bastırarak. sırıtması iyice büyüdü. o kadar sinirimi bozmuştu ki ayakkabımı çıkarıp yüzünün ortasına geçirmek istiyordum. "efendim?"
"ya ver şunu!"
"e ama sana da iyilik yaramıyor ki sarışın! yanından geçerken tam düşmek üzereydi ki tuttum. sonra vermek için sana seslendim ama sen teşekkür etmek yerine çemkiriyorsun. üstelik selam bile vermedin." ayıplarcasına gözlerini kıstı. "çok ayıp."
"ben seni görmedim bile!"
"ha görsen selam verecektin yani?"
"hayır."
telefonumu bana uzattı. alıp arkamı döndüm ve yoluma devam ettim ancak arkamdan seslenince durmak zorunda kaldım. "hani? nerede teşekkürüm?" hala sırıtıyordu. ayakkabımı çıkarıp yüzüne yapıştırma fikri çok cazip gelse de kendimi tuttum ve gülümsedim. "rüyanda görürsün."
o gülerken ben yoluma devam ettim. "bunlar bana sökmez ama! haberin olsun!" sinirle derin bir nefes verdikten sonra arkama bakmadan ona orta parmak çektim. yanlardaki camlardan yüzündeki piç sırıtışını az da olsa görebiliyordum. daha sonra kafasını iki yana salladı ve kafeteryaya doğru yöneldi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
lavender haze
Fiksi Remaja*lavender haze 1950'lrde aşık olmak anlamında kullanılan bir tabirdir. asya: erkeklere güvenmemeyi erkeklerden öğrendim ben