"Tamam, sıra bende. Şimdi beni adam akıllı dinleyeceksin. Chris! Beni dinlemeni söyledim sana!"
Minho sol elinin parmaklarını saçlarına daldırmış, sertçe çekiştiriyordu. Sesinin bu denli yüksek çıktığının bile farkında değildi. Uzun zaman önce uyanmıştı ve telefonunda gördüğü mesajlar ile sinirlerine hakim olamamıştı. Jisung'un derin bir uykuda olduğu aklından tamamen çıkmıştı.
"Bana annem gibi davranmayı kes Chan, senden tiksinmeme sebep oluyorsun!"
Jisung uykulu gözlerini yumrukları ile ovuşturdu ve salona adımladı. Tüm bu sesten dolayı uyanmak zorunda kalmıştı. Minho'nun sinirden patlamak üzere olan haline şahit olduğunda duraksadı. Yanına gitmeli miydi? Ona da sinirlenip bağırabilirdi. En iyisi duvara yaslanıp s0adece izlemekti.
"Benden tiksiniyor musun? Seni kurtaran adamdan mı tiksiniyorsun? Hah, acizlikle dolu her anında senin yanında olmadım mı ben? Sadece tedavin için seni zorladığımdan dolayı mı tiksiniyorsun benden? Ahmağın tekisin! Böyle devam edersen ölüp gideceksin Minho!"
Chan'ın sinirli ve kalın sesi Jisung'a kadar ulaştığında oğlan sertçe yutkundu. Kısa süredir buradaydı ama yine de bu iki adamın ne kadar iyi arkadaş olduklarını biliyordu. Böyle bir kavga aklının ucundan bile geçmezdi.
Peki ya son cümlesi..? Chan ne demek istemişti? Minho'nun hastalığı ölümcül olamazdı ya. Sadece ufak ataklardan ibaret değil miydi? Neler saklıydı bu ikilinin arasında?
Minho da duydukları ile kalakalmıştı. Gözleri boşluğa dalmış, sertçe yutkunmuştu. Sesini alçattı ve derince nefes alıp verdi. Parmaklarını saçları arasından çekti usulca. Birkaç saniyelik suskunluğa gömüldü. Konuşacak cesareti ise yarım dakika sonra bulabildi. Belleğinin içindeki anı dosyalarının hepsi aynı anda oynatılmış gibiydi. Büyük bir ses kasırgasının içinde kendisini ve Chan'ın sesini bulmaya uğraşmıştı yarım dakika boyunca.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordu sesi titreyerek. "O kadar mı ilerlemiş?"
Birkaç adım gerileri ve koltuğa bıraktı bedenini. Yaşadığı onca şey ile ağırlaşmış ruhunu bile taşıyamıyordu artık bu kemik torbası.
"Minho..." Chan derin sesi ile adını andığında gözlerini kapattı ve geriye doğru yasladı kafasını oğlan. "panik ataklarını ve titreme nöbetlerini bir kenara bıraktığımızda bile yeterince sağlıklı değilsin. Midene bir şeyin girmesi ile çıkması arasında bir saat bile yok."
Minho sessizce Chan'ı dinliyordu. Arkadaşının sakinleştiğini fark eden Chan da sesini olabildiğince yumuşattı.
"Bu şekilde giderse serumla beslenmek zorunda kalacaksın. Bazen enerjik oluyorsun ve kendini spora veriyorsun. Ama yaptığın şey sadece kendini harcamak oluyor."
Minho boğazını temizledi. Gözlerinden usulca süzülen iki damla yaşı elinin tersi ile silerek onayladı onu.
"Biliyorum Chan. Bu konuşmaya sonra devam edebilir miyiz, rica etsem?"
Chan, arkadaşının daha fazla dayanamayacağını anlamıştı. İnsanların karşısında ağlamayı sevmezdi o. Telefonda bile olsa, ağlamayı acizlik olarak görüyordu. Bu düşüncesi de babasından geçmiş olmalı, diyerek avuttu kendini. Minho'nun göremeyeceğini bilse de acı bir tebessümle onayladı onu.
"Nasıl istersen. İyi hissettiğinde yanına geleceğim. Ölmemeye çalış."
Minho da acı bir tebessümle karşılık verdi ona "Deneyeceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anamız Babamız Yok Deriz - Minsung
Fanfiction"Hyung.. Sence ben o gece sana yazmasaydım şimdi ne yapıyor olurduk?" "Emin ol ufaklık, emin ol ben şu an nefes almıyor olurdum."