Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım olur mu?
İyi okumalar...
-6. BÖLÜM-
"İnanmaya çalışıyorum, beynimi zorluyorum ama gerçekten anlayamıyorum. Bu nasıl olabilir?" Kübra Hanım sesli bir şekilde konuşurken gayet sakinmiş gibi görünüyordu ama içinde ne fırtınalar koptuğunu, ne gemilerin battığını biliyordum. Ben de öğrenince benzer şeyleri yaşamıştım. Tabii onun tam olarak ne hissettiğini anlamam mümkün değildi. O bir anneydi ve ben bir çocuk nasıl sevilir bilmiyordum.
Düşünmek, bir müddet sonra zarar vermeye başlamış olacak ki Kübra Hanım gözlerini sıkıca yumdu. Aklından ya da kalbinden neler geçiyordu kim bilir. Ben kendi duygularıma hakim olamıyordum, hislerimi tercüme edemiyordum. Eminim ki herkes benim gibiydi. Bir hayatın içine bomba gibi düşerken aynı zamanda kendi hayatımızı da bombaya çevirmiştik. Her an patlamaya hazır ve tehlikeliydi.
Serkan Bey uzun bir süre durumu kendi içerisinde hazmetmeye çalıştı. Hiç konuşmadı, kafaları karışmasın diye biz de tek kelime etmeden öylece oturduk. Resmi tanıdıklarına göre onlara doğumda öldüğümüz gibi bir yalan söylenmemişti. Bizi daha önce görmüşlerdi. O zaman ne olmuştu da kader bizi ailemizden kopararak yaşayamayacağımız hayatlara fırlatmıştı?
"Nasıl olur böyle bir şey, Serkan? Ben kendi ellerimle toprağa verdim yavrularımı. Hepsinin kokusunu çektim içime tek tek. Nasıl anlamam Serkan, nasıl anlamam? Bir anne evladının kokusunu tanımaz mı?" Kübra Hanım'ın gözlerinde derin bir sitem ve kızgınlık vardı. Sözlerinden de anladığım üzere kızgınlığı kendisineydi. Ona bir şey diyemiyordum ama bence kendini suçlaması doğru değildi. Neler yaşandığını bilmesem de o raddeye gelene kadar kim bilir ne olup bitmişti. Bu yüzden var olan suçun kimde olduğunu bulmamız biraz zor olabilirdi.
"Hayatım ben de tanımadım. Lütfen kendini suçlamayı bırak ve konuya yoğunlaş." Serkan Bey'in sözleri üzerine Kübra Hanım kolunun altındaki yastığı Serkan Bey'in suratına çarptı. Serkan Bey ne olduğunu şaşırarak etrafa bakınca ortaya komik bir görüntü çıkmıştı. Zaten bozuk olan sinirlerim buna dayanamayarak beni gülme krizinin ta ortasına fırlattı.
Kahkahalarıma eşlik edenler arasında Ilgaz ve Çağın da vardı. Biz delirmiş gibi gülerken Serkan Bey ve Kübra Hanım da birbirlerini bırakarak bize döndüler. İşte tam o anda gördüm gözlerinde başlayıp dudaklarında biten tebessümü. Bir ışık kaynağı gibi aydınlatıyordu odayı. Gerçek bir annenin gülümsemesi cennetin kapısını aralamaya benziyordu. Sanki gülüşünde bir çiçek diyarı meydana geliyordu.
Salonda rahatsız olmadığım bir sessizlik oluştu. Herkes olanları kendi kafasında sindirmek istiyormuş gibiydi. Konuşmadık bir süre ya da konuşacak bir şey bulamadık. Üzerine tartışmamız gereken çok şey vardı fakat kimse konuya ne zaman ve nasıl gireceğini bilemediğinden erteleniyordu. Sanırım bir süre de ertelenecekti. Böylesi şimdilik daha iyiydi.
"Çocuklar sakın size inanmadığımızı düşünmeyin zira aynısı başucumuzda asılı duran fotoğrafa inanmamamız mümkün değil. Lakin bir DNA testi yaptırmamız gerek. Tüm bunlardan emin olmalı ve elimizde bir belge bulundurmalıyız. Lütfen beni yanlış anlamayın." Serkan Bey tane tane ve oldukça nazik konuşmuştu. Bu adamla büyüseydim nasıl birisi olurdum diye düşündüm aniden. Kesinlikle anlayışlı ve güvenilir çocuklar yetiştirirdi. Umarım test bizi yanıltmazdı ve gerçekten babam çıkardı.
"Ne demek, Serkan Bey. Bu sizin en doğal hakkınız. Test için kesin bir tarih belirlersek bizim açımızdan çok iyi olur." Çağın yine bizim sözcülüğümüzü yaparken ben ve Ilgaz yalnızca onları dinliyorduk. Hatta Ilgaz'ın dinlediğinden emin bile değilim, elindeki meyve suyunun pipetiyle garip şekiller yapıyordu ve odağı asla biz değildik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜÇÜZLER
ChickLitYıllar önce yazılmıştı kaderi değiştiren mektuplar ve her biri yirmi yıl sonra ulaşmıştı sahiplerine. Üçüzler, henüz birkaç günlükken ayrılmışlar birbirlerinden. Onları ayıran bir cellatmış, bir canavarmış belki de. Her biri farklı bir yaşama savru...