Hayatımın büyük bir çoğunluğu beklemekle geçmişti. Dört ya da beş yaşlarında her gün birinin gelip kilitli olduğum odadan beni çıkarmasını beklemiştim mesela. Ya da henüz on yaşlarındayken bitmek bilmeyen soğuk gecelerin sabaha kavuşmasını bekleyerek geçmişti yıllarım. Bir hastane koridorunda ağlamaktan gözleri kanlanmış küçük kız olarak da beklemiştim, yıllardır gelmeyen bir adamın yollarını da beklemiştim.
Beklemek sonsuz bir eylemdi. Tıpkı tüm dünyayı çevreleyen bir yolda dolanıp asla sona gelememek gibi. Ucunda bir kıyının olmadığı bir okyanusta belki bir ada bulmak umuduyla ilerlemek gibi. Bir bilinmezlik duvarının arkasında kalmak gibi bazen de. Tüm hayatım dönüp dolaşıp beni en sonunda beklemeye itiyordu ve yine o gerici anlardan birindeydim. Bu defa bir kliniğin lobisinde bekliyordum. Öncekilerden tek farkı yalnız olmamamdı. Bu, belki de en büyük farktı.
Oturduğum koltuğun karşısında Kübra Hanım ve ortanca oğlu olduğunu öğrendiğimiz Boran vardı. Kübra Hanım geldiğimizden beri durmadan dua okuyordu ve fazla diyalogda bulunmuyordu. İçinde bulunduğumuz bu tuhaf durumu kendi açımızdan yorumlamak kolaydı. Oysa ki o bir anneydi. Hiçbirimiz onun yıkımını anlayamazdık. Neler yaşamıştı, nelere katlanmak zorunda kalmıştı bilmiyordum. Kendimi onun yerine koyduğumda kalbim sıkışıyordu, doğrusunu söylemek gerekirse ben bu acıya dayanamazdım. O, güçlü bir anneydi.
Serkan Bey dik ve sağlam duruşuyla kliniğin laboratuvar kapısının önünde bekliyordu. İçinde durmadan kopan fırtınaların yıkıcılığını düşündüğümde dışarıya gösterdiği bu sağlam duruşun onu zorladığının farkına varabiliyordum. O bir babaydı ve babalar güçlü olmak zorundaydı.
Kübra Hanım ve Serkan Bey'in ilk çocuğu olan Savaş ise bize en uzak yerde dikilmişti ve kimseyle muhatap olmuyordu. Yapıları gereği hepsine babalarından geçen bir sert duruşun olduğunu gözlemlemiştim. Cenk, onlara nazaran daha yumuşak bir mizaca sahipti fakat onun da bizden hoşlandığını söylemek mümkün değildi. Aslında kimseye kendimizi sevdirmek gibi bir amacımız yoktu fakat insan gördüğü bir sevgiye hayır demezdi. Fazladan sevgi kimseyi zehirlemezdi.
Çağın ve Ilgaz zaten yanımdaydılar. Beraber geçirdiğimiz süreçler aramızdaki bağı da kuvvetlendirmişti. Şimdi düşünüyordum da onlar olmadan geçirdiğim yirmi sene aslında ne kadar da hiçmiş benim için. Bir anlamı yokmuş mesela, gerçekten sevilmemişim ben hiç. Bunları bana acıyın diye söylemiyorum aslında, yalnızca ben de yeni farkına varıyorum.
"Serkan Bey, test sonuçlarınız çıktı. Bu zarfı size vermemi söylediler." İçeriden çıkan önlüklü bir adam beyaz zarfı Serkan Bey'e uzattı ve yanımızdan uzaklaştı. Şimdi hepimizin tek odağı, Serkan Bey'in parmakları arasındaki beyaz zarftı. Hepimizin bakışlarını üzerinde hisseden Serkan Bey hiçbir şey söylemeden yavaşça zarfı açtı. İçerisinden çıkan beyaz kağıda göz attı. Mimiklerini analiz ederek sonucu öğrenmeye çalıştım ama adam resmen taş gibiydi. Okudu fakat yüzünde minik bir hareketlenme dahi olmadı. Hayal kırıklığıyla yanımda oturan Çağın'a döndüm.
"Sanırım sonuç negatif, bulamamışız." Sesimden belli olan bariz bir üzüntü vardı ve bu duygu bedenimi de ele geçirmişti. Üzülmüştüm çünkü inanmıştım. Şimdi resmen başa dönecektik, o kadar araştırmayı tekrar yapacak ve oradan oraya koşuşturacaktık. İşin diğer kısmı, belki de bir ailemiz yoktu. Her şey olabilirdi; ölmüş olabilirlerdi, bizi terk etmiş olabilirlerdi ya da belki de bizim öldüğümüzü düşünerek buralardan gitmiş bile olabilirlerdi.
"Elde var sıfır." diyerek sıkıntılı bir nefes verdi Çağın. Kendi halinde düşünmeye çalıştığını gördüğümde onu bölmemek için sessiz kaldım. Ilgaz'dan bir tepki gelmemişti, bakışlarım bu defa onun üzerinde durmuştu ki bakışlarının tek bir noktada sabitlendiğini gördüm. Karşımızda oturan Boran'a öyle bir ifadeyle bakıyordu ki sanki birazdan burası bir dövüş ringine dönüşecekti.
"Ilgaz, iyi misin?" diye onu dürttüğümde Boran'a olan bakışları sabit kaldı, gözlerini bile kırpmıyordu.
"İyiyim, sen nasılsın?" diyerek beni cevapladığında ben gerçek cevabımı almıştım. Ilgaz, Boran'ı çok fena haşlayacaktı. Umarım bu aniden yaşanmazdı ve zaten düzenini bozduğumuz bu aile ile davalık olmazdık.
"Sakin olmayı dener misin? Yalnızca oturuyor, bize bir zararı yok." diye fısıldadım Ilgaz'a doğru. Tabii etkili olduğunu söyleyemeyeceğim ama ben yine de olası bir hasarı en aza indirgemek için elimden ne geliyorsa yapmalıydım.
"Ben sakinim fakat bilmeni isterim ki sakinken de çok iyi dövüşürüm." Kendinden emin söylediği bu sözler üzerine kısa çaplı bir şok geçirerek yutkundum ve refleks olarak Ilgaz'ın kolunu sıkıca tuttum.
"Sakın böyle bir şey yaparak başımıza bela alma, Ilgaz. Giderayak davalı olmayalım. Hem zengin bunlar, ne yapar eder atarlar bizi içeri." Endişeli ses tonum Ilgaz'a elbette ulaşmıştı ama o bir kere Boran'a sinir olmuştu ve bırakacak gibi görünmüyordu. Test sonucu da negatif çıktığına göre onu burada haşat etmemek için hiçbir sebebi yoktu.
"Ben varken bela size bulaşamaz kardeşim." diyerek göz kırptı Ilgaz. Tam cevap verecektim ki uzağımızda olan Savaş bir anda yanımızda belirdi. Ne yapacak diye bakarken karşımızdaki duvara yaslandı ve yüzünde alaycı bir sırıtış belirdi.
"Siz kendinizi bizim aileye yamamaya mı çalıştınız? Siz kendinizi zeki mi sandınız küçük şeytanlar?" Savaş'ın bir şeyler söyleyeceğini duruşundan anlamıştım ama böyle bir şey diyeceği akılımın ucundan bile geçmemişti. Sinirle ayağa kalktım.
"Bizim hakkımızda bilmeden konuşma yetkisini sana kim verdi?" Sert bir sesle konuşmaya özen göstermiştim. Savaş ise sözlerimin sonunda alayla güldü ve kafasını iki yana salladı.
"Bak cüce, sana şöyle açıklayayım; bu devirde kimse biri hakkında konuşmak için o kişiden izin almıyor. Yani senden izin almama gerek yok, bu yetkiyi kendime ben verebilirim." dediğinde ona garip bir bakış attım.
"Bu doğru bir şey mi sence?" Omuz silkti.
"Doğru olması umurumda değil, zevkli." Anladım, bu adamla tartışmaktansa kendimi uçurumdan atardım daha iyi. Kendini beğenmiş tavrı oldukça sinir bozucuydu ve ben buna katlanmak zorunda değildim. Aslında bakarsanız test sonucunun negatif olması işime gelirdi, bu sinir bozucu varlık üçlemesini bir daha görmek durumunda kalmazdım.
"Bunu haber mi yapsak ya? Başlığa da şey yazarsız; "Para avcıları bu defa da bir aileye dadandı. Öz evlatları olduklarını dile getiren küçük böcekler DNA testi sonrası telef oldu." mesela. Nasıl sizce?" Boran gülerek abisinin yanına geldiğinde çıkmıştı ağzından bu sözler. İkinci bir şok dalgası gibi yüzüme çarpan bu sözler karşısında ne yapacağımı bilemedim. Bu defa benim yerime Ilgaz ayaklandı.
"Cık, beğenmedim. Şöyle yazalım bence; "Gerçek ailesi diye test yaptırdığı ailenin aslında gerçek ailesi olmadığını öğrenen adam, ailenin Parazit Mantarını haşat etti.". Nasıl bu, daha afili bence." Ilgaz elleri cebinde, kendinden emin ve rahat takılıyordu. Sözlerini bitirdiğinde Boran'ın suratında oluşan ifade ise görülmeye değerdi. Gülmemek için yanaklarımı ısırdım.
"Ne diyorsun sen lan!" Boran hiddetle yaklaşınca Ilgaz güldü. Bu hareket Boran'ı daha çok sinir etti ve Ilgaz'ın üzerine resmen uçtu. Bir adım geri çekildiğimde içimden onları ayırmak gelmedi çünkü dayak yiyen Boran'dı. Olur da Ilgaz'a vurmaya kalkarsa zaten Çağın ve ben buradaydık. Boyumun kısa olmasına aldanırlarsa hata ederlerdi. Bu boyla kaç kişiyi yere sermiştim ben.
"Ne yapıyorsunuz siz, kendinize gelin." diye bağırdı Kübra Hanım fakat nafile, ikisi de dış dünyayla iletişimi kesmiş gibiydi. Biz Çağın ile keyifle izlerken aynı şeyi Savaş ve Cenk için söyleyemeyecektim. Dehşetle yerdeki ikiliye bakıyorlardı. Dayak yeme korkusundan yaklaşamıyorlardı bile. Olayı gören Serkan Bey yavaş adımlarla yanımıza yaklaştı ve tek bir söz çıktı ağzından.
"Ayrılın çabuk! İnsan kardeşiyle kavga eder mi?"
İşte bu söz Ilgaz dışında herkesin hareketsiz kalmasına neden olmuştu. Hepimiz anın getirdiği şok dalgasıyla savrulmuştuk resmen. İçimde bir yerlerde bir yanardağ patlamıştı sanki. Lavları buzlardan oluşuyor ve içime akıyordu. Kalbimdeki kızışmış kan buzdan lavlarla soğuyordu. Çağın'a baktım önce, o da bana bakıyordu. Gülsek mi üzülsek mi çözememiştik zaten.
"Boran!" İşte bu çığlık, Kübra Hanım'ın ağzından kopmuştu. Çünkü Boran, hareketsizce ve kanlar içinde kalmıştı.
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜÇÜZLER
Genç Kız EdebiyatıYıllar önce yazılmıştı kaderi değiştiren mektuplar ve her biri yirmi yıl sonra ulaşmıştı sahiplerine. Üçüzler, henüz birkaç günlükken ayrılmışlar birbirlerinden. Onları ayıran bir cellatmış, bir canavarmış belki de. Her biri farklı bir yaşama savru...