Ağlayarak evinden çıkan bir kız. Dünya nasıl bir yer böyle? Her gün yeniden doğmak, içinde hiç geçmeyen yaralarla uyanmak. Size hiç mi öyl-
Kapıyı kapattım ve kömürlüğe gittim. Bisikletimin yanına oturdum. Ağladıkça ağlıyordum. Galiba bunun bir sonu yoktu. Dua etmek istiyordum. Ama bir türlü mantıklı bir cümle kuramıyordum. Aklımda aynı cümleler yankılanıp duruyordu.
"Senden bir bok olmaz."
Annem ağzını ne kadar rahatlıkla bozabiliyordu böyle? Birilerinin bir zamanlar ona söylediklerini o şimdi bana söylüyordu belki de. Neden benim şöyle sevimli, sade bir evim yoktu ki? Hep kavga sıkıntı dert... Annem yine sinir krizi geçirmişti. Ama öfkeyle söylediği her cümle gerçeklikle doluydu. Annemden nefret ettiğimi fark ettim. Çünkü o beni zerre kadar sevmiyordum. Sabah babamla telefonda görüşürken beni yakalamıştı. Bana o kadar bağırıp çağırmasının tek nedeni buydu. Benim ona babamı hatırlattığımı sanıyordu. Ama o zaten hiçbir zaman babamı unutmamıştı. Unutmak istemiyordu. Unutmak için her şeyi yapıyor ama unutmuyordu. Öfkesi hiçbir zaman dinmemişti. Geceleri filmler izliyor ya da kendini şu aptal dizilere kaptırıyordu. Hafta içleri fazladan çalışıyordu bazen. Yığınla ucuz kitaplar okuyordu. Ama gerçeklerden kaçamıyordu. Sinir hastası olması için binlerce nedeni vardı. Ama bana hakaret etmesi için bir neden göremiyordum. Hak etmiştim birçok şeyi. Ama bunu değil. Acımasız kadın.
"Hey ne yapıyorsun orada!"
Rabia'nın sesiydi bu. Gözyaşlarımı saklamak için uğraşamadım. Saklanamayacak bir hal almışlardı.
"Ağlıyorum. Sen napıyorsun?"
Kömürlüğün tahta kapısını açıp içeri girdi. Gün ışığının içeri sızmasıyla boğuk bir renk alan zifiri karanlık etkisini kaybetmişti bir anda.
"Seni aptal! Çabuk çık oradan! Unuttun mu bugün mahalle maçı var!"
"Umurumda değil."
Rabia kolumdan tuttu ve beni sürüklemeye başladı. Toz içinde kalmıştım ama hala karşı koymaya çalışıyordum. Ben çığlıklar atarken o beni çoktan bahçenin dışına kadar sürüklemişti. Bir yandan Makbule teyzenin öfkeli sesi geliyordu.
"Kim o at tepmiş gibi bağıran?"
Hem ağlamak hem bağırmak hem sürüklenmek gibi bir deneyimim olmuştu ilk defa.
"Maklube teyze bir sen eksiktin!" diye bağırdı Rabia benim yerime. Kadın öfkeden köpürmeye başladı. Kafasını sarkıttığı pencerenin camını hızla kapatırken Rabia'ya son bir tehdit savurdu.
"Şule'ye bunları bir bir anlatayım da bir güzel dövsün seni. Kızını dövmeyen dizini döver. Homohoahogh..."
Homurdanarak söylediklerini anlayamamıştık ama ikimiz de deli gibi gülmeye başlamıştık. Rabia inatla "Mak-lu-be teyze" diyordu. Kadın da her seferinde öfkeden kızarıp bozarıyordu. Nüfus memurları Makbule yerine Maklube yazmışsa bu bizim suçumuz muydu yani? Keyfim bir anda yerine gelmişti.
Mahalle maçına katılacak gücü kendimde bulamadım ama bu sefer hakemlik yaptım. Zaten oyuncularımızın tamamı beş on yaşlarında veletlerdi. Rabia faul yapmaktan bıkmıyordu ve bu arada Dirayet teyzenin oğlunu da çaktırmadan pataklıyordu. Sonunda bizim takım kaybetti. Rabia bile bile kaybetmişti. En azından hepimizi buna inandırdı.
Sonra Rabia'yla birlikte deniz kenarına doğru yürümeye başladık. Hava soğuk ve rüzgarlı olsa da güneş ulaştığı yerleri biraz olsun ısıtıyordu. Yolda dershanelere veya kurslara giden öğrenciler vardı. Rabia öfkeyle çevreye bakınırken ben meşhur seyyar simitçimizden iki taze simit aldım. Hayrettin amca bu sabah bana karşılık fazlasıyla neşeliydi. Bu kısa boylu, güler yüzlü, tombul adam tüm İzmir'e simit, boyoz, gevrek ve peynirli poğaça satardı. Rakibi çoktu ama onun kadar meşhur olanı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızlar Ve Yağmurlar
Teen Fiction|Giriş| Merhaba. Öncelikle iyi kalpli, arkadaş canlısı, kendinden emin, güler yüzlü, insanlar tarafından sevilen, halinden hoşnut biriyseniz bu hikâyeyi hiç okumamanızı tavsiye ederim. Böyle dört dörtlük insanları sevmem ben. Aynı şekilde hiçbir şey...