6

0 0 0
                                    

Hayatım bir film olsaydı eminim bu anı hiçbir oyuncu başarıyla oynayamazdı. Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Beni çağırmıştı ama nereye gelmem gerektiğini söylememişti. Telefon o an kapanmıştı. Neden? Şarjı bitmişti! Tüm gün şarkı dinlediğim için kendime hakaretler saydırmaya başladım. Kapıya yaklaşan arabayı görünce annemin geldiğini anladım. Güzel. Misafirlerle annem vakit geçirebilirdi, bana ihtiyaç kalmamıştı. Ama ders çalışmam gerekiyordu! Hem, nereye gidecektim şimdi? Telefonu hemen şarj kablosuyla kavuşturup üzerime kalın beyaz kazağımı giydim. Başıma siyah örgü beremi taktım. Salona doğru "Ben çıkıyorum!" diye seslendim. Telefonun daha fazla şarj olmasını beklemeden hemen arka cebime koyup ayakkabılarımı giydim.

"Feyzaaa ablaaaa ben deee geliyiiimm!!!" Nefes nefese arkama döndüm.

"Burak'cığım. Feyza değil, Feza. Ayrıca gelemezsin. Annen izin vermez."

"Annem izin verdi bi kere."

"Yoldan geldin yavrucuğum. Git dinlen. Anneme söyle sana şeker versin. Hadi içeri git!" "Şeker değil. Bana lokum verin." Delirmeme son üç saniye kala derin bir nefes daha aldım. Sabredersem cennete gidebilirdim, tek umudum buydu.

"Git anneme söyle. Sana her ne şey istiyorsan versin. Lokum da versin. Tamam mı ablacığım?" Burak'tan kurtulduğum için içimden şükürler ederken dışarı çıkmayı başardım. Bisikletimi alıp bahçenin demir kapısından hızla dışarı çıktım. "Nereye Feza?" Rabia'yla karşılaşmıştık. "Hiç!" dedim. Pedalları çevirmeye devam ettim. Koşarken bir yandan telefonumu elime alıp Buğra'yı aradım. "Nereye gelmeliyim?" dedim. "Sahile." "Tamam." Neden hiçbir soru sormadığımı bilmiyordum. Sanırım nere olursa olsun zaten evden başka bir yere gitmek için can atıyordum. Hem, Buğra'yı en son birkaç hafta kadar önce görmüştüm. O zamandan beri hiç konuşmamıştık. Doğrusu, ders çalışmaktan başka bir şey yapmamıştım çünkü sınavlar yaklaşıyordu. Robot gibi hissediyordum kendimi. Kaçmak iyi bir fikir olabilirdi.

Sahile yaklaştığımda simitçi Hayrettin amca bile gitmişti. Küçülüp kızıllaşan güneşin yansımaları denizin yüzeyinde hafif hafif dans ediyordu. Hava serindi ama ara sıra kendini gösterse de genel olarak sakindi rüzgar. Bankları süzmeye başladım. Hepsi doluydu ama hiç tanıdık bir sima yoktu. Sokak müzisyenleri toparlanıp gitmiş, çingenler ve sokak satıcıları da satışı ve hırsızlığı bırakmıştı. Yalnız uzaktan bir "Süt darı! Taze darı!" sesi geliyordu. Birkaç adam sakin sakin balık tutuyordu. Yorulmuştum. İlerledim. Neredeydi bu Buğra? Şaka yapmış olamazdı değil mi? Çimenler sarhoşlarla ve aşıklarla doluydu. Herkes bir şekilde kendine bir yer bulmuştu ama ben hala yerimi bulamamıştım galiba. Toplum beni de dışladı sonunda. Aman ne güzel.

"Feza!"

Arkama döndüm. İki mavi göz ışıldayarak bana bakıyordu, benim kahverengi, sıradan, yorgun gözlerime.

"Geleceğinden şüpheliydim." dedi gülümseyerek.

"Neden buradayız?"

"Neden mi? Nasıl yani? Bu manzarayı kaçırmak istemezdin değil mi?"

"Sadece güneşin batışını görmem için mi çağırdın?" dedim kaşlarımı çatarak. "Güneş her gün batıyor. Başka bir gün de gelebilirdik. Bu kadar panik yaptırmana gerek yoktu!"

Buğra'nın yüzü donuk bir hal aldı. Bana bakmıyordu, sadece ufka bakıyordu artık. Hala yüzündeki tebessüm yerini terk etmemişti.

"Güneş her gün batıyor ama her gün burada olamayabiliriz." dedi. "Hem, yarın bu günün aynısı olmayacak. Aynı yere gelsen bile aynı şeyi bulamayabilirsin."

"Çok yorgunum ben. Anlamlı şeyler söyleyip hüzünlü bir hava yaratmayı kes dostum. Ayaklarım sızlıyor. Evden buraya ışık hızında sürerek geldim."

Yıldızlar Ve YağmurlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin