5

0 0 0
                                    

"Hastanelerin şu bilindik hijyen kokusunu seven var mıdır acaba?" dedi Cahid oflayarak. Celil gözlerini yere sabitlemiş sadece düşünüyordu.

"Bence yoktur."

Rabia telefondan başını kaldırıp derin bir nefes aldı.

"Ne zaman girebileceğiz?"

Hasta ziyaret saatleri başlamadan içeri giremediğimiz için hastanenin bahçesinde bir bankın üzerinde dört kişi oturmuş bekliyorduk. Hava buz gibiydi. Kesinlikle buz gibiydi. Saçlarım fazla kısa olduğu için dağılıp gitmişti. Şapkamı almayı unutmuştum. Bunları düşünerek kendimi oyalıyordum.

"Artık girelim." dedi Celil eskimiş kol saatine bakarken. Dördümüz aynı anda banktan kalktık.

"Ne tarafa gideceğiz biliyor musunuz? Ö-zel-o-da-lar."

"Tamam anladık!" diye bağırdı Rabia. Celil aldırış etmedi. İşte doğru yere gelmiştik. İkinci odayı bulmamız da zor olmadı. İçeri sadece erkekler girecekti, böyle anlaşmıştık. Nedenini sorduğumuzda bunu ancak onların anlayabileceği bir şey olduğunu söylediler. Aslında bu sadece kalabalık olmamak için uydurdukları bir saçmalıktı.

Cahid kapıya vurdu. Herkes yan yana sıra halinde sessizce bekliyordu. Sonra yavaşça kapıyı araladı. Celil'le birlikte içeri girdiler. Ben ve Rabia bir kenarda duran oturma yerlerine geçtik. Susarak bekledik. Ara sıra içten bir oflamayla oturuş şekillerimizi değiştiriyorduk ve altta kalan bacak diğerinin üstünde yerini alıyordu. Saçlar kurcalanıyor, telefonlara mesaj var mı bakışı atılıyordu.

"Beklemek belki de en zor şeydir." diye söylendim.

Rabia başını salladı.

"Feza! Bize neden bugün haber verdin? Dün ayrıldığımız sırada Buğra'nın kötüleştiğini söyleseydin ya? Mesaj atsaydın ya da arasaydın? Hemen dönüp beraber hastaneye götürürdük. Ne ara bu kadar bencilleştin?"

Yüzüme ters ters baktı. Diyecek bir şey bulamayınca dil çıkardım. Panikten unutmuştum işteee!

*

Celil'in aralanan kapıdan gelen sesiyle ayaklandık.

"Gençler siz de gelin bari!"

"E girelim bari!"diyerek içeri daldık. Ne kabalıktı ama! Herkes gülmeye başladı. Oda küçücüktü ama her yeri pencereden giren temiz havayla ve ılık güneş ışığıyla dolmuştu. Ortadaki yatak korkunç derecede beyazdı. Buğra'nın üzerinde de beyaz bir tişört vardı ve sinir bozucu beyazlıkta bir eşofman. Yatağın üzerinde bağdaş kurmuştu. Korkuyla beklerken komik bir sahneyle karşılaşacağımı beklemiyordum doğrusu.

"Buyurmaz mısınız bayanlar?" dediler bir yandaki kanepeyi gösterirken. Biz otururken korkunç bir gıcırtıyla bize küfreden kanepeye döndü tüm bakışlar. Cahid dehşetle bakıyordu.

"Oğlum bu kanepe ne lan! Allahsızlar şunu çöpe atıp yenisini alamamış mı?"

"Sen asıl şu saate bak." dedi Buğra. Duvardaki kocaman tik tak canavarına baktık.

"Herhalde hastalara ömrünüz azalıyor demek için bunu buraya asmışlar."

"Buğra saçmalamayı bırak be!"

Onlar konuşurken ben Buğra'nın nasıl bir anda kendini toparlayabildiğini anlamaya çalışıyordum. Kolundan yukarı doğru uzanan serum kablosu umurunda değildi anlaşılan. Bunlara alışıktı bu çocuk. Eminim eskiden kalma eşyalara, beyaz duvarlara, klorak kokusuna, beyaz önlüklere ve plastik eldivenlere de alışıktı. Korku filmini izlerken gülmek gibi bir şeydi bu.

Yıldızlar Ve YağmurlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin