Annem Ankara'ya gideceğim haberine ne kadar sevindiyse kalma kararıma da o kadar sinirlendi. Dalga mı geçiyordum? Oyun mu oynuyordum? Kafayı mı yemiştim? Onu dinlemekten yorulunca Rabia'lara kaçtım ama Rabia da bağırıp çağırıyordu. Bu gece herkeste bir uğursuzluk vardı. Rabia darmadağın odasında dört dönerken memleketin halinden yakınsa da onu bu hale getiren şey Celil'in gidiyor olmasıydı. Herhalde teselli etmem iyi olurdu fakat içimden geçenler iyimser sözler değildi. "Yanındayken kıymetini bilmedin, kavga edip durdunuz. Şimdi gidişine ağlıyorsun. Madem seviyordun, güzel bir söz söyleseydin... Kal da diyemedin, neden? Cesaretin yoktu. Sen aslında kendine öfkelisin."
Demedim tabi. Bu kafayı acilen dağıtmak gerekiyordu.
"Hadi bir film izleyelim." dedim.
Rabia film izlemeye bayılırdı. Almıştım başıma belayı. Uzun, anlaşılması neredeyse imkansız, sözde kaliteli, ama bence beş para etmez saçma sapan bir filmi açtık ve Rabia bilgisayarın ekranına kilitlenip büsbütün dünyayı unutmuşken ben mecburiyetten midem bulana bulana filmi izledim. Bir de film bitince üstüne öve öve yaptığı yorumlar var ki, ya sabır ya selamet...
"Feza, o adam hayvan gibi uluyor ya, onun nedeni insanın özünde bir hayvan olduğu ve içindeki o özü serbest bıraktığında asıl benliğine ulaşması..."
"Saat gecenin biri kardeşim. Az daha filmi anlatırsan ben de ulumaya başlayacağım..."
"Dur bi dinle ya, hemen yatmaya mı gidiyorsun? Burada yatarsın, şimdi kapıyı açıp Ece teyzeyi uyandırma. Ne diyordum, hah, özüne dönüyor adam işte..."
"Ben özüme dönmeye gidiyorum. Yarın görüşürüz." diyerek noktayı koydum ve yatağıma doğru yol aldım.
*
"Eveet. Okula gidemiyorum. Ankara'daki okula da gitmiyorum. Sevgili tavan, dinliyor musun? Bunu bugün seninle çözeceğiz. Ne yapacağıma karar vermem lazım... Okula gitmezsem naparım? Dedelerden kalma miras da yok ki. Köyde tarla var mıdır payıma düşen acaba? İyi de benim köyüm de yok. Amaan, ne anlarım ben tarladan. Bende ticaret kafası da yok ki. Okumam lazım benim. Off... Sanırım tek çare babamla konuşmak..."
Yatakta uzanmış tavanla sohbet ederken kafamdan ışık hızında düşünceler geçiyordu. Nasıl bu noktaya gelmişti her şey? Tam da böyle bir zamanda babama ihtiyacım vardı, ne kadar olmasını istemesem de. Babam müdürü ikna edebilirdi belki. Ama ona bunu söylersem ilk işi beni kendi okuluna almak olacaktı ve ben kabullensem de annem bunu asla kabul etmezdi. Hem, her gün otobüsle oraya gidip gelemem de kolay olmayacaktı, babamın yanında kalmama karar verilirse bu karara karşı çıkamazdım. On sekiz yaşıma ayak basamamıştım henüz. Şu an tek ihtiyacım zamanı hızlandırmak ve bir yetişkin olup şu okul belasından kurtulmaktı.
Eğer şu an buradan kaçabilecek olsam ne yanlı kaçardım diye bir düşündüm. İstediğim şekilde yaşayabilecek olsam, kimseye hesap vermek zorunda olmasam nasıl yaşardım? Bir kere, böyle giyinmezdim. Böyle konuşmazdım. Aslında belki hiç giyinmez ve konuşmazdım. Ayıp ve günah diye bir şey olmasa, cennet gibi bir yerde olsak mesela, korkacak hiçbir şey olmasa, yerçekimi bile olmasa çok derin, çok karanlık uçurumlardan atardım kendimi. Karanlık geceye doğru uçardım. Sokağa çıkar ve bağıra bağıra şarkı söylerdim. Yanımda kim olurdu? Muhtemelen hiç kimse. İnsanlar muhtemelen beni bir yerden, bir pencerenin ardından görür ve demek Feza böyle biriymiş diye düşünür, benden korkarlardı. Çünkü birilerinin vahşice canına okuduğuma tanık olurlardı. Okul müdürünün kafasını kopardığımı görülürdü, o kafayı da bizim mahallenin çocuklarına verirdim, futbol topu niyetine. Annem beni evlatlıktan reddederken babam böyle olmamın suçlusunun annem olduğunu söylemeye kalkardı. Rabia benimle gurur duyarken Celil bir yerlerde saklanıyor olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızlar Ve Yağmurlar
Fiksi Remaja|Giriş| Merhaba. Öncelikle iyi kalpli, arkadaş canlısı, kendinden emin, güler yüzlü, insanlar tarafından sevilen, halinden hoşnut biriyseniz bu hikâyeyi hiç okumamanızı tavsiye ederim. Böyle dört dörtlük insanları sevmem ben. Aynı şekilde hiçbir şey...