Zamansız Umut

20 7 2
                                    

       Günler geçti hâla Paul amcadan ses soluk yoktu. Arada ben uyurken odama geliyormuş.  Amber'ın  söylediğine göre geliyordu. Ama bana göre gelmiyordu. Hani sevdiğiniz bir insan rüyalarınıza girer ama onu uyanınca asla göremezsiniz de içinizde bir boşluk hissi olur ya aynı onun gibiydi. Varlığını hep yakınımda hissediyordum ama kendisi bir hayalet gibi gizleniyordu. O hayaletti ben ise perili bir köşktüm adeta. İçeri girenler burada bir hayalet olduğu söylüyordu ama ben o hayaleti asla bulamıyordum. Ben ölünce bu köşk belki de başkası olacaktı. Belki de hayalet ona görünecekti. Yada hayaletim bana görünmemek için köşkümü terk etmişti.

        Yavaş yavaş toparlanmıştım. Paul amca olmasa da biri benim için uğraşıyordu. Biri benim için endişeleniyordu.  Amber'a bazen sinir olsam da yanımda duran tek kişi oydu. Bana hiç tanımadığım annemi anımsatıyordu. Ya da bana anne şevkatiyle yaklaşıyordu. Sirkin soğuk yemeklerini yememem için her akşam bana kendisi çorba yapıyordu. Hayatımda hiç anne yemeği yememiştim ama Amber yapınca sanki annem yapmış gibi hissediyordum. İlk defa böyle bir şey hissediyordum. İlk defa biri bana böyle davranıyordu. Paul amca ne kadar yapmaya çalışşada asla o duyguyu hissedirmiyordu. O daha çok bir baba gibiydi. Beni seviyordu hem de o kadar çok seviyordu ki ama yansıtamıyordu. Hissediyordum yansıtmayı pek başaramıyordu ama yine de hissediyordum. Oysa anne ve baba kavramı bana o kadar uzak kavramlardı ki anlatamam.

 Oysa anne ve baba kavramı bana o kadar uzak kavramlardı ki anlatamam

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

    Amber odaya bir çiçek buketiyle giriverdi. Çiçekleri severdim en çok da laleleri. Laleler bana göre en güzel çiçekti. Kimseyi incitmeyecek gibi duruyorlar. Gerçi bir çiçek insanı nasıl incitebilirdi. Bilmiyorum ama laleler insanın içine huzur dolduruyorlar sanki. İlk lale gördüğümde sekiz yaşındaydım sirke gelen bir çift vardı ilk kez o zaman lale görmüştüm. Büyülemişti beni güzelliğiyle. Ama asla toprağın üstünde görmemiştim o laleleri. Her zaman bir bukettelerdi yada bir vazoda. Aynı şuan ki gibi. Amber'ın elindeki çiçeklerde bir buketti. Sonrasında vazoya gidiceklerdi ve solacaklardı. Ama kim verebilirdi ki koparıldıktan sonra onlara bir can. Amber elindeki çiçekleri vazoya koymak için aceleyle odada koşturuyordu. Arada bana bakıp sanki vazonun yerini sorarcasına bakışlar atıyordu. Bense sadece gülümsüyordum. Daha çok yorulmasın diye ona durması için bakış attım.

—Amber burada vazo yok boşuna arıyorsun. 

—Şunu başta söyleseydin aramazdın Lerry. Gülümsedim ve cevap verdim.

—Sormadın ki söyleyeyim. Hem insanların odasına izinsiz girilmez Amber. Amber bana kaprisli kaprisli bakıp çiçekleri uzattı.

—O zaman çiçeklerini al başına çal Lerry. Çiçekleri aldığım gibi Amber'dan özür diledim. Birbirimize küs kalamıyorduk şaka bile olsa.

—Kimden bunlar Amber not yok muydu? Amber suratıma boş boş baktı ve sustu.

—Bilmiyorum ama Carlos sana getirecekti bende kaptım elinde. Hevesli hevesli anlatıyordu. Onun mutluluğu beni de mutlu ediyordu. 

—Amber ben ne zaman bu odadan çıkabilirim sence. Bana şaşkınca baktı. Sanki bu soruyu beklemiyormuş gibiydi.

—Bilmiyorum Lerry doktor bir şey söylemedi. Paul amcada izin vermez gibi duruyor. O an başımdan kaynar sular dökülmüştü sanki. 

—Ondan izin alacak değilim artık DEĞİL Mİ? Amber korkmuştu. Yine birine kendimi kaybedip bağırmıştım. İçimde bir öfke vardı ve beni ele geçiriyordu. Amber'ın gözlerinin dolduğunu fark ettiğim gibi Amber odayı terk etti. Belki de bir doktora gitmem gerekirdi. Söylemesi kolaydı ama iş icraat'e gelince kelimeler susuyor, düşünceler yok oluyor, haraketler kısıtlanıyordu. Psikolojim yerinde miydi bilmiyorum ama şuana dek onun bile bedenimi terk ettiğini hissedebiliyordum.

    Kafamda dolanan ses yüzünden bir türlü uyuyamıyordum. Önce Paul amca sonra Amber ikisini de kırmıştım. İçimdeki suçluluk duygusu kaybolmuyor hatta kaybolmamakla da kalmayıp adeta beni ele geçiriyordu. Tüm gece boyunca kafamda çığlıklar yankılanıp durdu. Ne bir kadın çığlığıydı ne de bir erkek çığlığıydı. Bu benim çığlığımdı. Kim bilir içimde neler yaşıyordum. Suçluydum ama bu çığlık bu yüzden değildi. Çünkü her gece aynı çığlık beni ve kabuslarımı ele geçiriyordu. Tüm gece o çığlıkla beraber tavanı izledim. Arada odanın dışından gelen aslan sesleri kafamdaki çığlıktan daha çok sinirimi bozuyordu. Bir sirkte başka ne olabilirdi ki hayvanlarla insanları eğlendirip eziyet etmekten başka ne olabilirdi. Bazen o hayvanlardan farkım ne diye düşünüyorum ve asla bulamıyorum. Sabaha kadar kafamdaki ses ,sirkten gelen hayvan sesleri ve ben tüm gece yalnızca çığlık attık. Hem de kurtulma umuduyla asla susmadan çığlık attık. Ama zaten biliyorduk. Canlılar umudunu yitirdiğinde çığlık atmazlar mıydı?

   Sabaha doğru gözlerim artık nerdeyse gücünü yitirmişti. Uyumam için bana yalvarıyorlardı. Kendimi uykuya eline esir bırakmam gerektiğini biliyordum. Belki bu sefer kabus görmez ve güzel bir rüya görürdüm. Ama nafile. Gözlerimi kapatınca yine kabuslarımın pençeleri altındaydım...

      Genelde hep güneş doğarken uyanırdım. Daha iyi hissettiriyordu. Ama bu sefer uyandığımda neredeyse akşam olmuştu. Gözlerimi açtığım an karşımda Amber vardı. Uyanır uyanmaz üstüme koşup sarıldı. Sanki dün hiç yaşanmamış gibi bana sarılmıştı. Ona nedenini sormak istiyordum ama sorsam yine kalbi kırılırdı diye korktum. Aslında yine kendimi kontrol edemem diye korkmuştum. Amber bana sarılırken ağlıyordu. Duygusal bir kızdı evet ama neden ağlıyordu. Bir türlü anlam veremiyordum. Herkes bu kadar kolay ağlıyorlarken  ben neden sadece çığlık atıyordum. Belki de ağlayamadığım için çığlık atıyordum.

      Amber ağlarken onu sakinleştirmeye çalıştım. Sakinleşmesi zor olsa da sakinleşti. Ama ikimizde susuyorduk. Kelimeler ağzımızdan bir türlü çıkmıyordu. Amber benden daha güçlüydü. Her zaman daha atılgan, daha konuşkandı. Amber normalde buraya akrobat olarak gelmişti ama akrobatlık yapmıyordu. Andrew ona güvenmiyordu. Bana da güvenmiyordu ama bana ihtiyaç duyuyordu.  Bana neden ihtiyaç duyuyordu bilmiyorum ama pek yardımım dokunmazdı. Belki sinirini benden çıkarmak hoşuna gidiyordu. 

     Amber yarım saat boyunca ağladı. Bense sadece sustum. Yarım saatin sonunda ayağa kaltı ve sadece bana baktı.

—Özür dilerim Lerry. Özür dilerim. Anlamsızca baktım. Ne diyeceğimi bilmeden sadece bağırdım.

—NE İÇİN ÖZÜR DİLİYORSUNNN. Amber sadece baktı ve odadan çıktı. Odadan çıktığı an kapının arkamdan kilitlendiğini fark ettim. Ayağa kalktım. Kapıyı zorlasam  da açılmadı. Zorlamak istemedim. Odada tek başıma sadece oturdum. Sinirden deliye dönmüştüm. Bu odadan çıkacak bir delik arıyordum. Kendimi bir fare gibi hissettim. Kapıyı açmaya çalışırken yatağımın altında bir tahta parçası gördüm. Yatağı kenara itip tahtayı kaldırdım. Yatağımın altında bir tünel bulmuştum. Kendimi fare gibi hissetmenin faydası dokunurdu belki de şuan. Hiç düşünmeden deliğe atladım. Delik nereye gidiyordu hiç bir fikrim yoktu. İlerledikçe kafama düşen toprak parçaları beni tedirgin ediyordu. Tünelden çıkamadan belki de toprağın altında kalırdım. Böylece cenaze töreni düzenlemeleri ya da bana bir mezar kazmaları gerekmezdi. Layığımla oracıkta ölürdüm. İçimden bunlar geçerken belki de buradan çıkıp kaçmak vardı. İkisi de bana çok cazip geliyordu. Ama ölmek daha iyi gözüküyordu. İnsanoğlu ölünün değerini bazen diriden daha çok biliyordu. 

BİR PALYAÇO NE İSTER?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin