"Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla..." - Stefan Zweig -
Mutlu günler uzak mıdır? Yoksa tam tersi yakın mıdır? Mutluluğa nasıl ulaşılır?
Bir yerde bir söz okumuştum; "İnsan mutlu olunca mı yaşar yoksa yaşayınca mı mutlu olur." diye.
Şuna inanıyorum ki insan etrafındaki insanlarla mutlu olur ve mutlu olunca yaşar. Etrafındaki insanlara bir şey olduğunda o kişi eski haline dönene kadar o mutluluk geçici süreliğine kaybolur ve hayatına kısa bir ara vermiş gibi olur. Ancak o kişi eski haline döndüğü ve mutluluk hissi geri geldiği zaman insan hayata geri döner ve yaşamaya kaldığı yerden devam eder.
Bizi seven ve bizim sevdiğimiz insanlar kısacası sevmeden ve sevilmeden bu berbat dünyanın ne anlamı kalır ki. Haklı değil miyim sizce de?
Abimin ameliyatının iyi geçtiği haberini aldıktan sonra bir süre daha beklemiştik ve oradan yoğun bakımın oraya gitmiştik. Akşam geç olunca timin çoğu dağılmış sadece Melike, bir adam, ben ve Berkay kalmıştı.
Bütün gece abimi uyumuşlar ve sadece bir camın arkasından onu görmemize izin vermişlerdi. Ama onun ölmesinin korkusunu yaşadıktan sonra onu bir camın arkasından görmeye bile razıydım.
Uykusuz bir gecenin ardından güneş doğduğunda abim normal odaya alınmıştı. Melike ile o diğer adam, Berkay ile beni içeride yalnız bırakmıştı. Abimin uyanmasını bekliyordum ikimiz.
Çok uzun süre beklemedik. Berkay lavaboya gireceğini haber verdi ve o içerideyken abimde bir hareketlenme oldu. Bunu fark ettiğim gibi hemen abimin yattığı yatağın yanına gittim ve elini tuttum. "Abim,"
Evet! Abim sonunda uyanmıştı!
Kafasını sağa sola döndürdü. İlk olarak dilinden sadece "S-su..." kelimesi döküldü. Hemen uzanıp şişeden ona su içirdim. Suyu içtikten sonra geri yatağa uzandı. Kafasını sağa sola döndürüp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. En son gözleri benim üzerimde durdu. "A-ayşe, nerdeyiz biz?" Sesi çatallıydı. Anlamakta çok zorlanmıştım ama anlamıştım dediğini.
"Hastanedeyiz abicim. Sen çok yorma kendini sen. Dinlenmene bak." dedim. Abimse sadece başını salladı ve geri gözlerini kapattı. Baya yorgun duruyordu. Onu daha fazla yormak istemiyordum.
Lavabodan çıkan Berkay baya sesli bir şekilde "Abim uya-..." diyecekken işaret parmağımı dudaklarımın üstüne getirip "Şşş..." dedim ve gözlerimle abimi gösterdim.
"Uyandı ve geri uyudu. Sesli konuşmada geri uyanmasın." dedim. Berkay sadece kafasını salladı. "Hadi odadan çıkalım da uyusun."
2 gün sonra;
Hastanede geçirdiğimiz ikinci günde abim hastaneden çıkmak istemişti. Doktor beş günden önce sizi çıkaramam diyordu ama bütün sorumluluğu üstüne alacak bir belge imzaladıktan sonra çıkmasına razı olmuştu.
Ona çıkmaması gerektiğini, biraz daha burada dinlenmesi gerektiğini söylemekten dilimde tüy bitmişti ama beni dinlemiyordu. En sonunda bende ona laf anlatmayı bırakmıştım.
Şimdi hastanedeki eşyalarını topluyordum. Üç gündür buradaydık ama hala ismini öğrenemediğim o adam da abimin yataktan kalmasına yardım etmiş ve kapıya doğru yürütüyordu. "Ayşe! Hadi al eşyaları gel!" diye seslendi abim kapının oradan. "Ahh!" diye inledi sonra da. "Yavaş olsana Melih!" diye de yanındaki adama bağırdı ve bende adamın adını öğrenmiş oldum.
"Özür dilerim komutanım."
Eşyaları doldurduğum spor çantasına omzuna attığım gibi odadan çıktım ve abimlerin peşine takıldım. Melih, abim, Berkay ve ben; Melih'in arabasına bindik ve eve doğru gitmeye başladık.
Çok uzak olmayan evimize geldiğimizde abim ile Melih asansör ile yukarı çıkarken biz Berkay ile merdivenden çıkıyorduk.
Biz hastanede çıkış işlemlerini hallederken Melike'yi eve göndermiş ve salona abime yatak hazırlaması için yardım istemiştim. O da hiç düşünmeden kabul etmiş ve benden evin anahtarlarını aldığı gibi bizim eve gelmişti.
Kapıyı da bize Melike açtı. Kapıyı açar açmaz gelen o mis koku içimi ısıtmıştı. Annemin yaptığı yemekler gibi kokuyordu. Bu kokuyu özlemiştim.
"Hoşgeldiniz!" diyerek sevinçle karşıladı bizi Melike.
Hepimiz sırayla "Hoşbulduk." dedik ayakkabılarımızı çıkarıp içeri geçerken.
"Siz geçin salona ben yemeğin altını kapatıp geliyorum." dedi Melike.
Erkekler salona geçerken ben mutfağa gittim. Mutfak gerçekten çok güzel kokuyordu. Ocağın dört bölmesinde de tencere vardı. "Melike ne yaptın sen?!" dedim şaşkınlıkla. "Ne zahmet ettin bu kadar?"
Ocağın altını kapatırken konuştu. "Yok kızım ne zahmeti. Yoruldun zaten kaç gündür hastanedesin. Yorulmuşsundur. Yaptım işte."
"Ya çok teşekkür ederim." dedim dolu gözlerim arasından. "Hadi sen geç içeri ben masayı kurayım. Hazır olunca seslenirim."
"Peki canım." dedi ve içeri gitti.
İlk iş olarak banyoya gidip ellerimi ve yüzümü yıkadım. Daha sonra mutfağa geri geçip masayı hazırlamaya başladım. Abime ise bir tepsiye koydum yemekleri. Kısa süre sonra sofra hazır olmuştu. Hem içeridekilere haber vermek hemde abime yemeğini vermek amacıyla tepsiyi alıp içeriye geçtim.
İçeride karşılaştığım manzara ise berbattı...
————————————
Selam arkadaşlar. Bu bölümü kısa yaptım çünkü ciddi anlamda yazma sıkıntılarım var 700 kelime oldu idare edin artık bir sonraki bölümde telafi ederim.Sizleri seviyorum.
Ailenizle kalın;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozkurt Atış Poligonu
AçãoBir hafta arayla anne ve babalarının ölümüyle yüzleşti o üç kardeş. Bütün evin yükü ortanca kıza kalmıştı. Peki kim miydi o kız? Ceren Ayşe Acar. Daha 15 yaşında önce babasının sonra da annesinin ölümüyle yüzleşemeden bir anda kendini evin annesi k...