Sabahın ilk ışıkları sarayın görkemli kapıları aydınlattığında, James'in sözleri bir kez daha zihnimde yankılandı. "Kim bilir belki de aynı ülkeyi kraliyetimize eklemek için bir cephede karşılaşırız..."
İçeri girdiğimde, sarayın koridorları her zamanki gibi meşguldü. Herkes kendi işine odaklanmış, sarayın karmaşası içinde bir parça huzur bulmaya çalışıyordu. James'i bulmak için onun odasına doğru yöneldim. Sarayda büyüdüğüm için, içini avucumun içi gibi biliyordum. Kapısını çaldığımda, içeriden gelen "Gir" sesiyle içeri girdim.
James'in odası, bir veliaht prensin statüsüne ve zevkine uygun olarak seçilmiş ve dekore edilmişti. Odaya ilk girdiğimde, gözlerime çarpan ihtişam ve zarafet, onun gücünü ve yetkisini yansıtıyordu.
Odada dikkat çeken ilk unsur, geniş ve yüksek tavanlı bir yapıydı. Tavanın ortasında, detaylı işlemelere sahip büyük bir avize asılıydı. Bu avize, odanın her köşesini yumuşak ve sıcak bir ışıkla aydınlatıyordu. Tavanın etrafındaki alçı süslemeler ve freskler, odaya klasik bir zarafet katıyordu.
James'in çalışma masası, odanın ortasında, geniş bir alana yerleştirilmişti. Masanın üzeri düzenli ve tertipliydi. Birkaç önemli belge, mürekkep hokkası ve tüy kalemle süslenmişti. Masanın arkasında, raflar dolusu kitap ve parşömenlerle dolu büyük bir kitaplık bulunuyordu. Bu kitaplık, James'in entelektüel merakını ve bilgiye olan düşkünlüğünü yansıtıyordu.
Duvarlarda, James'in ailesinin portreleri ve krallığın önemli anlarının resmedildiği tablolar asılıydı. Bu tablolar, kraliyet ailesinin tarihini ve gururunu simgeliyordu.
Odanın bir köşesinde, rahat ve lüks döşenmiş bir oturma alanı bulunuyordu. Burada, yumuşak kadife koltuklar ve işlemeli halılar, misafirlerin rahatça oturup sohbet etmeleri için düzenlenmişti. Yanında, zarif bir sehpa ve üzerinde taze çiçeklerin bulunduğu bir vazo yer alıyordu.
Odanın diğer tarafında, büyük ve görkemli bir yatak bulunuyordu. Yatak, ağır kadife perdelerle çevriliydi ve üzerine kraliyet arması işlenmişti. Bu detay, James'in statüsünü ve kraliyet ailesine olan bağlılığını simgeliyordu.
Pencereler, uzun ve ağır kadife perdelerle kaplanmıştı. Perdeler, odaya zarif bir görünüm kazandırırken, aynı zamanda mahremiyeti de sağlıyordu. Pencerelerin hemen önünde, geniş bir balkon bulunuyordu. Bu balkon, James'e krallığını ve halkını yukarıdan izleme fırsatı veriyordu.
Son olarak, odanın zeminini kaplayan halılar, ustaca işlenmiş ve özenle seçilmişti. Bu halılar, odanın genel atmosferine sıcaklık ve lüks katıyordu.
James'in odası, onun hem bir veliaht prens olarak gücünü ve yetkisini, hem de kişisel zevklerini ve duygusal dünyasını yansıtan mükemmel bir mekandı. Her detay, onun karakterini ve kraliyet ailesine olan bağlılığını simgeliyordu.
James, masasının arkasında oturmuş, bir haritayı inceliyordu. Gözleri benim üzerimde durdu ve bir anlık sessizlikten sonra gülümsedi. "Simon," dedi. "Geri döneceğini biliyordum."
Başımı sallayarak masasına yaklaştım. "James," dedim. "Seninle konuşmamız gerek. Dün gece söylediklerin... Hâlâ aklımda yankılanıyor."
James, dikkatlice haritayı bir kenara koydu ve oturmam için işaret etti. "Elbette," dedi. "Ne konuşmak istiyorsun?"
"Laranda," dedim, kelimeyi özenle seçerek. "Laranda'nın özgürlüğünü istiyorum. Newburry gibi özgürlüğünü alsın, kendi kendini yönetebilsin. Oranın halkı, kendi kaderini tayin edebilmeli."
James, kaşlarını çatmıştı. "Simon, Laranda önemli bir bölge. Stratejik olarak bizim için büyük önemi var."
"Farkındayım," dedim, sesimdeki kararlılığı hissettirerek. "Ama Laranda halkı, uzun süredir özgürlük için mücadele ediyor. Onların haklı isteklerini görmezden gelmemeliyiz. Bir halkı baskı altında tutarak kazanacağımız hiçbir şey yok. Onlara özgürlük tanırsak, hem bizimle daha güçlü bir ittifak kurabilirler hem de bölgede kalıcı bir barış sağlayabiliriz."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliyet Gölgesinde Aşk +18
Ficción GeneralDoğdukları büyüdükleri kraliyet topraklarından sürgün edilen iki kişi... Laranda Baronesi Ekim bir yandan, Newburry vikontu Simon Hartford diğer yandan... Hiç bir şeyleri kalmamıştı. Her şeyleri elinden alınmıştı... Duyguları haricinde...