"Annemin elleri, kimsenin sahip olamayacağı en güzel ses tonuna sahip..."
Benimle iletişim kurmak istediğini fark ettim ve göz bebeklerim onda asılı kaldı. Ellerini eteğinin önünde birleştirdiğinde konunun bittiğini anlamıştım. "Parka gidip biraz oyun oynamak ister misin?" Başımı sevinçle sallayarak onayladım. Odama süratle koşup çoktan üzerimi değiştirmeye başlamıştım. Boy aynamın karşısına geçtikten sonra tokamı da aceleyle iliştirdim. Küçük çantamı da koluma atınca artık gitmeye hazırdım. Annemin ela gözleri sevgi pırıltılarıyla üzerimde geziniyordu. Tıpkı bi' bakış tarafından okşanmak gibi hissettiriyor... Şımarık sırıtışımla yanına koştum. Kısacık saçlarımı okşayıp kaküllerimi düzeltti.
Evden çıkar çıkmaz patika yola sapmıştık. Parka olan mesafe epeyce uzaktı ama o eğlenebilmem için hiç şikayet etmez. Etraftaki uzun ağaçlara bakınırken annem yolumu keserek önümde diz çöktü. Yüz ifadesinden tatlı tatlı kızdığı belliydi. Gözlerini kısmış "küçük haylaz" muamelesi yapıyordu. İçimi bir endişe kapladı. Acaba gizlice çevirdiğim işlerden hangisini fark etmişti! Montumun fermuarını kapatmasıyla başımı yukarı kaldırıp derin bir nefes çektim. Sadece sıcak kalmamı istiyormuş... Korkumun yersiz olması beni rahatlattı çünkü çok sağlam bi' bağımız olmasına rağmen o bağ sırlarımızı açığa çıkaran köprü vazifesinde asla bulunmuyor...
Güneşin kızıl renkleri gökyüzüne saçılmış, bulutları yakıp kanatıyor gibiydi. Batmak üzere olduğunun haberi gelmişti. Sıkıca elimi kavrayan ve asilce yanımda yürüyen anneme baktım. Sanki kirli havayı temizleyip ciğerlerime bağışlayan bir kaynaktı kendisi. Sahip olduğum tek aile üyesi ve her şeyden önce o benim sesim. Yaşam kalitemi artırmak için çabalıyor olması büyük bir zenginlik... Yüzüme vuran rüzgarla düşüncelerimden sıyrılıp bir kez daha derince iç çektim. Sonunda parka gelebilmiştik.
Onu sevinçle içeri çekiştiriyordum ki aniden gözlerime dolan berbat görüntüyle duraksadım. Hoşlanmadığım çocuklar yine oradaydı! Annem tedirgin olduğumu anlayınca sırtıma dokunarak beni ileri itti. Yalnız başıma mücadele etmemi istiyordu. Bocalamama, diz eklemlerim yokmuşçasına düşüp kalkmama izin veriyordu. Birçok kez tekrarlandı, beni güçlü yetiştirmeye çalışıyordu. Yine de uzaktan hep izlerdi, biliyorum. Gücümün yetmediğini hissettiği an yanımda olurdu. Tıpkı koruyucu bi' melek gibi...
Kendimi toparlayıp salıncaklara yöneldim. Yüzlerine bakmamaya çalışıyordum ve doğrusu yerdeki çakıl taşları daha cazip görünüyordu. Salıncağın soğuk zincirini elimle kavradıktan sonra yavaşça oturdum. Gözlerimi yere dikmiş olsam da parmaklarıyla beni işaret ettiklerini kestirebiliyordum. Ayağımı zemine doğru itip kendimi sallamaya başladım. Çok geçmeden salıncağıma hınçla savurdukları tekmeyi hissettim. Düzene girmiş olan sallanma hızım arkadan gelen darbeyle tökezlemişti. İrkilerek etrafımdakilere baktım, yapmamalıydım! İstemsizce dudaklarını okumaya başlamıştım.
"Şuraya bakın! Oyunbozan gelmiş!"
Bu lakaptan nefret ediyorum. Onlarla iletişim kuramadığım için oyuna da uyum sağlayamıyorum. İki yıldır ismimi söylemek yerine "oyunbozan" demeyi tercih ediyorlar. Öyle olmadığımı biliyorum. Sadece oyunun kuralları eksik.
"Heeey! Bizi yine duymuyor musun?"
Dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırdım. Ellerime baktım, cevap versem de anlamazlardı.
"Onun kulağı yok kardeşim! Hadi salıncaktan kaldıralım da gitsin."
"Konuşmak faydasız. Oyuncak bebeklerimin bile sesi var. Hahahha!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUNBOZAN - RAFLARDA
Non-FictionBir çizgi çizdim Ellerimdeki tebeşir tozunu soluyorum Bir çember çizdim İçindekilerle arkadaş oluyorum