Dev gibi yangınlara kafa tutarsın da, göğsündeki kıvılcımı söndürmeye gücün yetmez...
Turuncu ve kırmızı renklerin ahenklendiği, dev gibi alevler köyü sarıp sarmalamıştı. Kamal Raji ve yaşlı şifacı birbirlerine çok kısa ama anlamı büyük bir bakış attılar. İkisi de hiç düşünmeden turuncu ve kırmızı alevlerin sardığı küçük çadırdan çıkıp, yanan köylülere doğru var güçleriyle koşmaya başladılar. İkisi de arafta kalmışlardı. Koşup köylüleri mi kurtaracaklardı, yoksa canlarını mı? İkisi için de zaman durmuştu. Köyün tam ortasında durup, şokun etkisiyle kitlenmiş bacakları yüzünden sadece etrafa bakınmakla kalabildiler.
Yaşlı şifacı bir anlığına kafasını sola doğru çevirdiğinde en arkada alevlerden uzak Âlemşah ve askerlerini görünce bunu kimin yaptığını anladı. İntikam alıyorlardı. Köylülerin yeterince suyu da olmadığı için kimsenin bu büyük yangını söndürmeye gücü yetmiyordu.
Âlemşah kasvete boğulu gözlerini harlanan ateşlerde gezdirirken, kahverengi benekli atının üzerindeki askeri Âlemşah'a yaklaştı. Sesini olabildiğince ayarlayıp konuşmaya başladı: "efendim..." Âlemşah kafasını sağına doğru, çevirip askeri görmek istedi. "Söyle." "Efendim, Elçin Hanım'ı hiç bir yerde bulamadık." Âlemşah, bu sözün üzerine kalbinde kopan fırtınaları iliğine kadar hissetse de yüzünde hiç bir duygu belirten ifade yoktu.
"Her yere baktınız mı?" "Baktık efendim ama maalesef bulamadık." "Nasıl bulamazsınız, ben size bana Elçin'i bulmadan gelmeyin demedim mi?" "Dediniz efendim ama..." Âlemşah simsiyah yeleleri olan, bakımlı atını sertçe askerin olduğu tarafa döndürüp yüksek ama içinde azarlama havası bulunmayan bir tonla "ama ne asker, ama ne!?" Dedi. Asker korku içinde ve mahçup bakışlarını yerden kaldırmadan cevap vermeye çalıştı: "Efendim-" daha sözünü tamamlayamadan Âlemşah'ın sağ kolu olan Alamgir kır atıyla Âlemşah'a yaklaştı
ve kayıtsız bir ses tonuyla: "belki de ölmüştür." Dedi. O an yüzünde hiç bir ifade bulunmayan soğuk hükümdar Âlemşah'ın kalbine biz sızı çöktü, bu alevlerden daha büyük bir alev kuşattı içini. Yüzünde her rengin tonu peyda oldu. Niye oluyordu bu? Hiç kimse için endişelenmeyen Âlemşah bu sıradan kız için niye bu kadar endişelenmişti? Bunu fark eden askerler bir şey demese de oldukça garipsemişlerdi. Efendileri niye bu köylü kızı için üzülüp endişeleniyordu? Herkes düşünce içindeyken Âlemşah bir anda söze girdi: "ben gidiyorum, kimse de peşimden gelmiyor. Anlaşıldı mı?" Herkes hep bir ağızdan "anlaşıldı" dedi. Ama Alamgir merak içinde kalmıştı "nereye gidiyorsunuz efendim?" Âlemşah cevap vermeye tenezzül etmeden atının eyerlerinin iplerinden tutup yola çıktı.
Âlemşah kısa süre içinde çölün en derinliklerine varmıştı yaklaşık iki saatten beri Elçin'i arıyordu. Avazı çıktığı kadar "Elçin, Elçin nerdesin?" Diye bağırsa da hiç bir şey fayda etmiyordu. Âlemşah Elçin'i bulamayacağını anlayınca iyice gaflete düştü. İçinden "ya öldüyse..." diye geçirdiği anda içindeki kor tarifsiz bir acıya dönüştü, sanki içindeki dikenler her hareket ettikçe yüreğine saplanıyordu. Atıyla beraber çölün derinliklerinde dönüp duruyorlardı.
Âlemşah Elçin'i bulamayacağından emin olduğunda atını bir köşeye çekip, kenara oturdu. Oturduğunda içindeki acı daha da artıyordu. Âlemşah ve Elçin'in ilk karşılaşması gözünün önünden film şeridi gibi geçiyordu. Âlemşah bir anlığına kendini Elçin'i düşünürken yakaladı.
Elçin'in up uzun, parlak, turuncu, deniz kadar dalgalı saçları, yeşille mavinin uyumunun bir sanat eseri gibi buluştuğu gözleri, pamuk gibi teni, pembe ve dolgun dudakları, zamanın en güzel örneği olan kum saati vücudu, gözünden akan inci tanesi gözyaşları ve inatçı hırçınlığı Âlemşah'ı büyüleyip aynı zamanda değişik hislere kapılmasına neden oluyordu. Âlemşah her ne kadar kendini kaybetmek istemese de, o çoktan kaybolmaktan korktuğu denizin dibine vurmuştu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALNIZ PRENSES
FantasíaRuhlar dünyası her zamanki gibi huzurla yaşarken ve birlikteliğini sürdürürken gölge adında güçlü kötü bir ruh ruhlar dünyasını ele geçirmek için ruhların annesi olan Ophelia yı boşluğa kilitler ve ruhlar dünyasının anahtarını sahiplenir bu durumdan...