Şimdi, beni eve götür.
Bozkır. Kuru otlar üzerine kurulmuş bir medeniyet. Acısı taşında, toprağında saklı.
Atlıların girmeye, girenlerin gezmeye korktuğu bir giz.
Yedi bozkırın ortasındaki tenha bir beldeye talebelik için giderken nasıl da endişeliydi Alaeddin. Yüzüne vuran tozlu yelden gözlerini açamaz, sıcak hava ciğerini yakar diye derince nefes alamazdı.
Bey oğluydu neticesinde. Obasının temiz havasında, anasının pamuk ellerinde, eline diken dahi batmadan büyütülmüştü bu yaşına dek.
Gitmekten korkan, nazlı, cılız bir çocuktu ilk geldiğinde. İmdi ise büyümüş, serpilmiş, esen yeli kıskandırırcasına at koşturan civan bir delikanlı olmuştu.
Medresesinin en parlak talebesi olmuş, bütün hocaların, şeyhlerin, alimlerin dilinde övgüler eşliğinde gezdirmişti namını.
Ata eğersiz binmeyi, esen yele karşı koşmayı, pusatını korkusuzca savurmayı ve daha pek çok şeyi bu bozkırda öğrenmişti.
En çok da kaçmayı.
Ne vakit ruhuna bir dert uğrarsa atına atlar, nereye gittiğini bilmeden uzaklara kaçardı Alaeddin.
Merak ederdi; bir gün bu dünyadan da kaçabilir miydi?
Kurduğu kendi küçük dünyasını heybesine atıp bilinmeyene olan aşkını kovalayabilir miydi?
Şafak sökümüne kadar otururdu bazen bir gölgeliğin altında. Gecenin saçlarında gezinen yıldızları izler, düşler kurar, hür olmanın tadına varırdı.
Amma yuvası olan insanın hürlüğü de hanesi kadardı.
İmdi yuvasına giderdi.
Ait olduğu yere.
Gidecek başka yeri olmayan yere.
•||•
"Destur! Alaeddin Bey'im gelir!"
Obanın içinde yankı yapan ses, kalbini tekletmişti Bala'nın.
Yerinden telaşla doğrulup postun üzerine bıraktı tespihi. Dolmuş gözlerinin ardındaki puslu bakışları boşlukta asılı kalırken yaralı yüreğini şefkat ve hasret kucaklayıverdi.
Mucizesi, gözünün nuru geri gelmişti.
Otağından çıkanda göğsünden bir hıçkırık yükseldi ve ellerini dudaklarının üzerine bastırdı. "Ali'm..."
Büyümüştü karacası. Boylu poslu, dik duruşlu, yanık tenli bir yiğit oluvermişti. Yine de göz göze gelende anladı Bala, bakışları aynıydı. Yüzü Osman'a benzese de gözlerindeki o sıcak bakış, kendi kanından, canından bir parçaydı.
Beyaz atından inip de kendisine doğru yürürken essahtan bir tebessüm vardı yüzünde. Anası ise kalakaldığı yerden kıpırdayacak gücü bulanda hızla indi merdivenleri ve kollarını açıp sarmaladı onun yapılı cüssesini.
"Anam..." Anasının eyice zayıflamış, süzülmüş bedeni kollarının arasında kaybolurken kendilerini izleyen kalabalıktan yükselen sevinç nidaları kulağına ulaşmazdı dahi.
Bala o an gönlünün nicedir hasretini çektiği şeyin esasında oğul değil de sevgi olduğunun farkına varmıştı. Birisine sıkıca sarılmayalı, adını kuşkusuzca anmayalı ne vakit olmuştu bilmezdi lakin ruhu ihtiyacını duyduğu sevgiye erişmişti.
"Eyisin, he mi?" Diye sordu heyecanlı bir sesle, ayrılıp ellerini yanaklarına koyarken.
"Eyiyim anam, eyiyim Allah'a şükür. Amma sen pek zayıf durursun..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşın Destanı
Fantasy"Gündüzleri asilzade, Tekfur kızı. Geceleri Türk yandaşı, suikastçı. Kaç adın var senin? Kaç yüzün var?"