Ama sadece yirmi yaşındayım,
Ve daha şimdiden, yaptığım hatalardan ötürü bağışlanmayı istiyorum...Kimsenin umurunda olmadığına, hatta umursanmayı dahi haketmediğine inandığında zindanın soğuk bir köşesinde ölüme terk edilmişti Alaeddin.
Buz gibi betonun üzerinde açlıktan ve uykusuzluktan ölü gibi yatarken, bütün sesler birer uğultudan ibaretti onun için.
Anası derdi ki; başını koyacak yumuşak bir yastığın yoksa, umutların seni sarıp sarmalar ve güzel düşlere götürür.
Umutlar, şeyhim.
Çocuk kalbinin sıcaklığında büyüyene dek diri kalması gereken o umutları, imdi inancıyla birlikte yitip gitmiş, belki de ölmüştü.
Ve ölüm, şeyhim.
Bir çocuk ölümü kabullendiği gece büyür.Alaeddin bu soğuk zindanda geçirdiği otuz dördüncü gecenin bir sabahı olabileceğine dahi ihtimal vermezken, ölüm onun için adeta bir kurtuluştu.
Zayıf ve cılız bedeni adeta bir kemik yığınını andırıyordu artık. Gözleri uykusuzluktan acıyor, belki de bu acı onu hala diri tutuyordu. Parmak uçları uyuştuğu için kibritleri dahi tutamıyordu artık. Gerçi hoş, yakacak kibrit de kalmamıştı ya.
İki gün önce kesmişlerdi aş vermeyi. Aş dedimse; yarım çanak çorba, bir parça kuru ekmekti esirlerin payına düşen.
Kısık ve sık solukları arasında, bir elinden destek alarak yattığı yerden doğruldu Alaeddin. Baygın bakışları zindanın gri duvarlarında gezindi evvela, ardından dizleri üzerine doğruldu.
Ayağa kalkmaya takati yoktu. dizleri üzerinde sürünerek ulaştı diğer duvara.
Sırtını taştan duvara yaslayıp ayak bileğine bağlı zinciri kontrol etti yine. Zincirin bağlı olduğu yer kanamış, morarmıştı. Sıkıntıyla ofladı.
"Hala orada mısın?" Sesi boğazından çıkmakta epeyce zorlanmıştı. Solukları sıklaşırken kulağı duvarın ardındaki komşusundaydı.
"Buradayım..." Ses boğuk, kısık, acı dolu bir inleme gibiydi. Belli ki komşusu heç memnun değildi ölüme terk edilmekten.
Halbuki ölünce her şey bitmez miydi?
Otuz üç gün ve otuz dört gece boyunca en çok da bunu düşünmüştü Alaeddin.
Ölünce sahip olacağı sonsuz hayat, sayısız nimet ve bitecek acılar...
"Bazı şeyleri çok düşünmek insan haddine değildir," derdi babası Osman. "Önce kırklara karışmak, evliyalığa ermek gerek."
İmdi zindanda geçen her gecede bir yıllık tecrübeye ermişti Alaeddin.
Dokuz yaşındaydı ama sanki kırk, sanki yüz, sanki hiç...
Boğazında oluşan yumruyu yutmaya kalktığında suzukluktan acıyan boğazıyla yüzünü buruşturdu. Dün son kez su istemişti gardiyandan, son kez olduğunu bilmeden.
"Gözlerimi kapatıp uykuya yenik düşersem... Ölümüm daha hızlı olur mu?"
"Hissettiğn şey uyku değil." Diye yanıtladı onu komşusu. "Ölüyorsun... Ölüm bedenine tatlı bir uyku gibi geliyor. Uyursan ölürsün."
•||•
Şimdi ise yirmi yaşında, bozkırın çorak toprağına düşmüş bir yağmur damlasıydı Alaeddin.
Güneş yanığı teni, rengini gözlerinden alan kapkara saçları ile kar beyazı atının üzerinde tüm asaleti ile duruyor, görenin dönüp bir daha bakası geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşın Destanı
Fantasy"Gündüzleri asilzade, Tekfur kızı. Geceleri Türk yandaşı, suikastçı. Kaç adın var senin? Kaç yüzün var?"