loss

41 8 65
                                    

16 Nisan 1842

Beyaz, heybetli atım Aurora'nın üzerinde sarayın bahçesinde her sabah yaptığım gibi geziniyordum. Bu sabah saatleri yalnız kalabildiğim tek zaman dilimiydi. Aynı zamanda benim en sevdiğim zaman dilimi.

Bir prenses olsanız bile bazen tek isteğiniz sarayın tüm gürültü patırtısından uzak kalmak olabiliyordu.

Annem Gabrina Richardson, babam Alexander Richardson ve ben, tek çocukları, tahtın tek varisi Christina Lauretta Richardson.

Sarayda sadece biz yaşasaydık her şey çok güzel olurdu ama halam Megan, kocası Steve ve kızları Stacy, büyük annem Maise, annemin benimle yaşıt olan kuzeni Brad... ve daha bir sürü çalışan ve genelde aylarca yatıya kalan uzak akrabalar.

Onları yargılamıyordum ama sarayda sürekli bir telaş ve gürültü oluşmasına sebep oluyorlardı. Ben kavga gürültü sevmezdim, genelde sessizlik ve yalnızlık taraftarıydım. Bunu sağlayabildiğim tek zaman da atım Aurora'yla yaptığım gezintilerdi.

O günkü sabah turumu bitirdikten sonra saraya döndüm. Halam Megan ve Stacy kapıda bekliyorlardı. Stacy'nin yine aşırı şatafatlı bir elbise tercih etmesinden ona tekrar görücü geleceğini anladım.

Halam, Stacy'i soylu biriyle evlendirmekle kafayı bozmuştu. En az yedi kere görücü gelmişti ama hiçbiri Stacy'le evlenmek istememişti. Halam ve Stacy bu durumdan beni suçlu buluyorlardı. Görücülerin beni gördüklerinde Stacy yerine bana aşık olduklarını düşünüyorlardı. Beni zaten sevmediklerini biliyordum. Bu suçlamalarına şaşırmıyordum.

Önlerinden geçerken Stacy "lütfen odanda kal Christina" dedi. Kafa salladım. Stacy pek güzellik standartlarına uyan bir kız değildi. Bana karşı nedenini anlayamadığım bir antipati besliyordu. Ben de onunla çok konuşmamaya çalışıyordum.

Odama doğru yürürken bu sefer de büyük annemle karşılaştık. Gülümseyerek elimi tuttu. "Kahvaltıya neden gelmedin Violet?" Büyük annem bana Violet derdi. Bu ismi gerçek isimlerimden çok daha fazla severdim. Bana neden Violet dediğini sorduğumda o gençken sevgilisinin ona bu isimle seslendiğini söylemişti. Hala o adamı unutamamıştı ve hala anlatırken yüzünde buruk bir tebessüm oluşuyordu.

"Yetişemedim büyük anne. Şimdi bir şeyler isterim." Büyük annem kafasını salladı ve "iyi iyi, sakın daha fazla zayıflama, evde kalacaksın."

Üfleyerek gözlerimi devirdim. "Beni zorla bir prens bozuntusuna yamamazlarsa niyetim o yönde."

Büyük annem onaylamadığını belli eden bir ifade takındı ve hiçbir şey söylemeden uzaklaştı. 21 yaşına gelmiştim. Çoğu kadın bu yaşta kraliçe olup ikinci çocuklarını doğuruyordu. Tüm kraliyet üyeleri de benden stratejik bir evlilik yapmamı bekliyordu ama ben aşka ve aşkın bir gün beni bulacağına inanıyordum. Aşk beni çok korkutsa da, en büyük zayıflık olsa da bir insan için kendini hiç düşünmeden feda edebilmenin nasıl bir his olduğunu tatmak istiyordum.

Odama girdim. Biniş kıyafetlerimi çıkardım ve kısa sıcak bir duşun ardından birkaç cariyeyi elbisemi giydirmeleri için çağırdım. Elbiseler çok kabarık ve sırtları ipli olduğundan tek başıma giymem imkansızdı.

Elbisemi giydikten sonra kızlardan biri saçımı ve makyajımı da yaptı. Yüzünde memnun bir gülümsemeyle " harika görünüyorsunuz prensesim." dedi. Gülümseyip teşekkür ettim.

Kahvaltıyı kaçırdığım için karnım hala açtı. Mutfağa gidip birkaç şey atıştırmaya karar verdim. Konuk salonundan sesler geliyordu. Stacy'nin görücüsü gelmiş olmalıydı.

Mutfağa varmak üzereydim ki askerlerden birinin "Prenses!" Diye bağırmasıyla durdum. Arkama baktım. "Kral Alexander sizi çağırıyor. Konuk odasında." Ofladım. "Şimdi görücü Stacy'i istemezse suçlu yine ben olacağım."

𝐄𝐭𝐞𝐫𝐧𝐚𝐥 𝐋𝐚𝐧𝐝  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin