Su birikintilerine basıp etrafa su sıçratarak koşuyordum. Deli gibi yağan yağmur gözyaşlarıma karışıyordu. Ayağıma takıldığı için yukarı kaldırdığım elbisem çamur içinde kalmıştı. Ayakkabılarımın topukları çoktan kırılmıştı. Üstelik bileğimi burkmuştum. Şu an önemsediğim son şey bileğimin acısıydı. Annemin ve babamın beni bırakıp gitmelerine dayanamazdım. Gözümle görmeden inanmayacaktım. Bunun korkunç bir şaka olmasını umuyordum.
Bahçeyi aşıp sarayın dış kapısına vardığımda nefes nefeseydim. Kapı açıldı ve askerlerin ellerinde bir sedyeyi içeri taşıdıklarını gördüm.Sedyede biri yatıyordu, üstü örtüyle örtülmüştü. Tam yanımdan geçen sedyeye şok içinde bakakaldım. Onun hemen arkasından bir sedye daha içeri taşındı. Olanları idrak edemiyordum.
Ağlayarak "Anne! Baba! Beni bırakamazsınız!" diye bağırıp öne atıldığımda iki asker kollarımdan tutarak anne ve babamın cesetlerinin taşındığı sedyelere ulaşmama izin vermediler. Olduğum yerde dizlerimin üzerine çöküp hıçkırarak ağlamaya başladım. "Lütfen..."
Saray ahalisi pencerelerden izliyordu. Yağmur yağdığı için dışarı çıkmak istememişlerdi. İşte tam olarak böyle insanlarla aynı çatı altında yaşıyordum.
Ağlayarak askerlere yalvarıyordum. "Bırakın beni!"
Komutan göz yaşlarını silerek "üzgünüm prenses, yapamam." dedi ve askerler beni tutmaya devam ettiler. Neden böyle yapıyorlardı? Kendime bir zarar vermemden mi korkuyorlardı?Her yerim sırılsıklam ve çamur içinde kalmıştı. Büyük annemin yaklaştığını gördüm. "Violet! Buraya gel, bırakın onu!"
Askerler beni bıraktılar ve koşarak gidip büyük anneme sarıldım. İkimiz de ağlıyorduk. " Bunların hepsi sadece berbat bir kabus değil mi büyük anne? Ölmediler. Değil mi?" Sesim kesik kesik çıkıyordu.
Büyük annem hiçbir şey söylemeden kolumu tuttu. Beni saraya doğru götürmeye başladı. Öbürleri hala camdan izliyordu. O an hepsine karşı içime kocaman bir nefret doğmuştu.
Saraya girdiğimizde Megan Hala ve Stacy girişte beni bekliyorlardı. Megan Hala gözlerindeki yaşları silerek "başımız sağolsun" dedi. Yere bakarak kafa salladım.
Stacy bana iğrenerek bakıyordu. "Gidip üstünü değiştirsen iyi olur Christina. Her yerinden çamur damlıyor. Sen bir prensessin, prensesliğe yakışmasan da."
Gözlerimi sinirle Stacy'ye diktim. Ona doğru birkaç adım atmıştım ki büyük annem beni durdurdu. "Bazen keşke prenses olmasaydım diyorum! Böylece sen de benim yerime geçmek için götünü yırtmazdın! Ben de hiçbirinizi tanımadığım için gayet mutlu yaşardım! Hepinizden tiksiniyorum!" Dedim ve kolumu büyük annemden kurtararak odama koştum.
Megan Hala'nın arkamdan "Bu edepsiz kelimeleri nereden öğreniyor? Terbiyesiz." dediğini duymuştum. İkisine de haddini bildirecektim ama
şu an bunu yapacak gücüm yoktu. Odama girip yere çöktüm. Dizlerimi karnıma çektim. Elbisem pembe ve beyaz ağırlıklı odamın her yerini çamur yapmıştı.Kafamı dizlerime dayadım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Ne kadar süre öyle kaldığımı bilmiyordum.
Kapımın açılmasıyla başımı dizlerimden kaldırdım. Uzun süre karanlıkta kaldığım için gelen ışık gözümü almıştı. Gözlerimi kısarak bakıyordum.
Gelen büyük annemdi. Yaklaşıp kalkmam için elini uzattı. Elini tutup ayağa kalktım. Göz yaşlarımı sildi. Ağlamaktan şişmiş ve kızarmış gözlerime bakıp iç çekti. Onun da gözlerinin dolmuş olduğunu görebiliyordum.
"Hadi güzel kızım, elbiseni değiştir de aşağı gel. Konuşacaklarımız var."
Başımı iki yana salladım. "Hiçbir yere gelmiyorum büyük anne."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐄𝐭𝐞𝐫𝐧𝐚𝐥 𝐋𝐚𝐧𝐝
RomanceEternal Land'ın tahtının tek varisi olan Violet'i kral babası ve kraliçe annesi aniden ortadan kaybolduktan sonra zor günler beklemektedir. Saraydaki entrikaların kurbanı olan Violet saraydan kaçmak mecburiyetinde kalır ve talihsiz kazalar sonucunda...