Büşra Hanım gittiğinden beri kafamdaki milyon tane soruyla boğuşuyordum. Hiçbirinin ne cevabı, ne de bir çözümü vardı.
Telefonum çalınca kimin aradığına baktım. Ayaz'dı.
Hazal: "Efendim?"
Ayaz: "Nasılsın?"
Hazal: "Kötü..."
Ayaz: "Biliyorum... Duyduğuma göre bugün avukatla konuşmuşsun?"
Hazal: "Kim dedi?"
Ayaz: "Lina ile markette karşılaştık. O söyledi."
Hazal: "Anladım..."
Ayaz: "Ne yapacakmış avukat?"
Hazal: "İlk önce karakoldan ifadelerimizi alacakmış. Okuyup inceleyeceğini söyledi."
Ayaz: "Hmm... Peki sen bu sırada ne yapacaksın?"
Hazal: "Bilmiyorum... artık düşünebilecek gücü kendimde bulamıyorum..."
Ayaz: "Sen en iyisi biraz dinlen. Avukat bir şey bulursa seni arar, sen de ona göre hareket edersin."
Hazal: "Peki... görüşürüz."
Ayaz: "Görüşürüz Delibal."Yüzümde hafif bir gülümseme ile telefonu kapattım. Telefonu sehpaya bırakarak koltuğa uzandım ve gözlerimi kapattım. Dinlenmek bana kesinlikle iyi gelecekti, yani sanırım.
Tam gözlerimi kapatmış dinlenecektim ki kapı çaldı. Söylenerek kapıya gittim.
Açtığımda Doğan'ın kapıda olduğunu gördüm.
"Doğan? Hayırdır, neden geldin?"
"Öyle bir uğrayayım dedim."
"İyi yapmışsın, gel içeri sohbet ederiz."
Onu içeri alıp kapıyı kapattım.
Salona geçerken, "Kusura bakma, sana bir şeyler hazırlayamadım. Ama istersen çay koyup kek çırpabilirim?" Dedim.
"Gerek yok, düşünmen yeterli." Dedi Doğan.
Gülümsedim. Yani sanırım...
"Ee neler yaptın?" Diye sordu.
"Ne yapayım? Onun yokluğuna alışmaya çalışıyorum..."
Sessizleştik.
"Hadi, hazırlanda parka gidelim. Kafa dağıtırız."
"Gelesim yok. İstersen sen git, diğerlerini de çağırırsın."
"Olmaz öyle, sen de gel."
Bu masum ısrarı üzerine gülümsedim. Hafifçe kafa salladım ve üstüme bir eşofman ve bir tişört geçirdim. İçeri geçtiğimde Doğan kaşları çatık bir şekilde telefona bakıyordu.
"Hazırım." Diye mırıldandığımda kafasını telefondan kaldırdı ve ayaklandı. Kapıya çıkmadan önce çantama gerekli eşyalarımı koydum. Ayakkabılarımızı giyince kapıyı kapatıp kilitledim.
Yol boyunca o bir şeyler anlattı, bense dinlemeye çalıştım. Arada sohbetine dahil oldum lakin kafam o kadar doluydu ki ne dediğimi ben bile bilmiyordum.
Parka ulaştığımızda bizimkilerinde orada olduğunu gördüm. Bir masaya sıkış tepiş oturmaya çalışıyorlardı.
"Lina zaten kısasın biraz daha sıkışsan yok olacaksın, sen ayakta dursana!"
"Ay sana ne?! Çok istiyorsan sen dur ayakta!"
Lina ve Bilal'in sesi buraya kadar geliyordu. O masaya ne zaman otursak, o ikisi illa kavga ediyordu. Onlarin bu hâline ufakça gülümsedim. Koca birer çocuktan farksızlardı.
Masaya yaklaştığımızda bizi ilk fark eden Hamza olmuştu. "Oo, Hazal sultan! Seni görmeyeli bayağı oluyor ya! Nasılsın?" Dedi sempatik bir şekilde. O ayakta duruyordu. Bu yüzden ilk ona sarılıp selamlaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavisiz Mavi
Teen Fiction"Mavi, kimileri için özgürlüktür. Benim içinse, mavi beni hapis eden bir renkti..." Ben, Hazal Hancı. Ve bu da benim maviye olan düşkünlüğüm. Gelin, birlikte mavinin nasıl bir insanı mahvoluşluğa sürdüğünü öğrenelim...