Giriş : Sevgili Kore Halkı

96 11 8
                                    

Sevgili Kore halkı. Bu bir uyarıdır. Lütfen herkes güvenli alanında kalsın. Saat 22.00 itibarıyla yarın 06.00'a kadar olan sokağa çıkma yasağı başlamıştır.
Güven verin, güvenle kalın.
Kore Cumhuriyeti resmi uyarısı.

Yine başlamıştı. Son bir yıldır süregeldiği gibi bugün de aynı sesi duyuyorduk. Adamın sesi ilk başlarda herkeste bir korku oluştursada artık herkes alışmıştı sanırım. Kimse bu saatlerde dışarıda olmazdı. Olanlarında amacı belli olduğundan hükümetin görevlendirdiği devriyeler tarafından yaka paça gözaltına alınırdı. Açıkçası canıma susamamıştım. Bu yüzden elimdeki su şişesini uyarı bitince yere bırakıp etrafıma göz gezdirdim. Spor salonundaydım. Doğrusu bugün eve gidecektim ama saatin bu kadar geç olduğundan haberim yoktu ve şimdi belli ki burada sabahı bekleyecektim. Benlik bir sorun yoktu ama ev arkadaşım bu konularda biraz titizdi. Ona haber vermem gerektiğini söyleyip durduğunda nereye koyduğumu hatırlamadığım telefonumu aramaya başladım. En nihayetinde kapüşonlumun cebinde bulunca ekranı açtım. Ancak gördüklerim yapmam gereken her şeyi unutmamı sağladı. Ev arkadaşımın üst üste düşen aramaları ve mesajları bir endişe bulutunu üstüme çekince nasıl olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım bir hızla onu aradım. Tabii ki açmadı. Mesajlarda ona yardım etmemi, evin kapısını birisinin zorladığını yazması ise işin cabasıydı. Yeterince endişeli değilmişim gibi telesekreterden gelen bu numaraya şu anda ulaşılamıyor... sesi bir küfür etmemi sağladı. Tamam, zekice düşünüp ne yapmam gerektiğine karar vermeliydim. Ben Seungmin'dim. Doğru kararlar vermek benim işimdi. Fakat şimdi neden beynim bomboşmuş gibi hissediyordum bilmiyorum. Polisi aramak gelse de aklıma, bu yasağın onlara da uygulandığını hatırlamam uzun sürmedi. Hükümetin yaptığı aptalca şeylerden biri de bizi korumaya çalışırken bizi koruması gerekenleri de bizden koruyordu. Bunu bir yere kadar tolere edebilirdim çünkü bir sene öncesi kesinlikle bir cehennemdi. Etrafta dolaşan binlerce suçlu ve suç işlemeyi basit bir şeymiş gibi gören yüzlerce olası suçlu hiç mi hiç iyi değildi. Ama şimdi iş benim tarafımdan bakmaya gelince bu tamamen korkunçtu. Hayır korkunç olan sadece polisin çalışmaması değildi. Benim yasağı çiğneyip dışarı çıkmamdı. Belki bir ihtimal yolda devriyelerle karşılaşır ve onlardan yardım isterdim ama asla öylece oturup sabah olmasını bekleyemezdim. Kafama kapüşonumu geçirdiğimde görünmez olduğumu sanan aklım kafamın içinde değil de götümdeymiş gibiydi. Tek düşündüğüm şey arkadaşımın başına bir şey gelmemiş olmasıydı. Adımlarım önce temposunu artırdı sonra da koşmaya başladım. Neyseki evimiz çok uzak değildi. Ama koşmam sanki saatlerce sürmüş gibi beni yormuştu. Apartmanın içine girdiğimde soluklanıp etrafa bakındım. Ses yoktu. Sadece hayvanlardan gelen ufak ve canlılığın var olduğunu hissettiren sesler duyuluyordu. Bir an kaşlarımı çattım. Hiçbir olası tehlike yoktu. Merdivenlerden çıkıp dairenin önüne geldim. Açık olan kapı hafif ittirmemle açılmıştı. Korku şimdi bendim. Ağzımda atan kalbim dağılmış salonu görmemle hızlanırken yerde yatan beden ile durma noktasına gelmişti. Hanjung yerde boylu boyunca uzanıyor, açık gözleri tavanı seyrediyordu. Boğaz kısmından akan kan beyaz halımızı kirletmişti. Halbuki onun kirlenmesine en sinir olan Hanjung'tu.

Ayaklarımdan nefret etmiştim o sıra. Başına buyruk davranma konusunda benden üstünlerdi. Önce hızlıca Hanjung'un bedenine ilerlediler. Hakimiyeti kaybetmişim gibi anında diz üstü düştüm. Ellerim cansız bedende gidip geliyordu. Sanki yaşama dair bir kanıt arıyor gibiydim. Ölmüştü. Nefes almıyordu. Ve en önemlisi gözleri parlamıyordu. Hanjung'tu ölmüştü işte. Bu kadar basitti. Ölmüştü.

"Olduğun yerde kal! Ellerini havaya kaldır!"

Devriyelerin sesleri, telsizden gelen ve polislerden farklı olan bir diğer sesler ve de bana ihanet eden ayaklarım. Kaçmak istemişlerdi. Onları bu noktada suçlayamazdım ama devriyeler pekâlâ suçlayabilirdi. Siyah formalı ve üstünde devriye yazan bir adam tuhaf maskesinin ardından bana acıyarak baktı. Acınası mı duruyordum bilmiyorum ama gözlerim birkaç saniye sonra tekrar Hanjung'a döndü. Belki de bugün aptallık etmeyip eve gelseydim onunla beyaz halının üstünde karınlarımızı tutarak gülüyor olurduk. Ama şimdi o elleri iki yana açılmış bir halde ne gülüyor ne de bana bakıyordu. Bense gerçekten acınasıydım.

"Yaşıyor değil mi? Yaşaması gerek. O daha doktor olacak. Yaşamalı. Yaşıyor olsun. Lütfen."

Sözcükler gerçekten de ağzımdan dökülüyordu ama ben kendime yabancı hissediyordum. Arkadan kelepçeli kollarımı tutan iki devriyeden biri kapüşonumu kafamdan çekip indirdi. Dudaklarını büzüp alayla yüzüme güldü.

"Bunu takınca suç işleyebileceğini mi sandın? Kore halkına tehdit oluşturmaktan ve masum birini öldürmekten suçlusun. Tutuklayın."

Ve böylece ben suçsuz olduğumu dile getiremeyecek kadar kendimde değilken suçlu bulunmuştum. Arkadaşımı kurtarmaya çalışırken şimdiyse katiliydim. Yıllarca aynı evde yaşadığım, kardeşim dediğim birini öldürebileceğimi düşünen bu devriyelere hiçbir şey diyemezdim. Çünkü yasalar bunu gerektiriyordu. Sevgili Kore halkına yapılan en ufak suç sizin hapsi boylamanızı sağlardı. Ve sözde ben bu yasaların en büyüğünü işlemiştim. Birini öldürmüştüm.

Sevgili Kore halkından birini.

Hapis : Ben 4048 | HyunminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin