On beşinci gündü bugün.
Manyak gibi haber kanallarında gezinip duruyor, Barlas'ın ismini internette aratıyordu saat başı ama hiçbir haberle karşılaşmamıştı. Bu yaşadığını gösteriyordu, değil mi? En azından yaşıyor olması iyi bir şey miydi ki? Yaralanmıştı, işkenceye maruz kalmış olabilirdi, canı yanıyordu ama yaşıyor olduğundan bu şeyler önemsiz mi oluyordu?
Dora acı çekmesindense ölmesini yeğlerdi oysa.
Saat öğleden sonra ikiydi, tekrar haber kanalları arasında dolaşıyor ve arada sırada sevdiği adamın ismini internette aratıyordu. Salonu aydınlatan tek şey televizyonun ekranıydı. Son günlerde gözleri güneşin parlaklığına dahi katlanamaz olmuştu, bu yüzden evdeki her pencerenin kalın perdesini çekmişti.
Kedisi Sarımsak yanı başına kıvrılmış bir şekilde televizyon ekranına bakıyordu. Birkaç gün Esra'da kalmıştı ama arkadaşına karşı hırçın davrandığından geri eve getirmek zorunda kaldığında kedisinin bir tek bu evde sakin kaldığını görmüştü. Sahibinin yanına kıvrılıp onunla oturuyordu. Ne zaman Dora yemek yese öyle mamasını yiyordu. Bunu fark edince mecburen kendini yemeye zorluyordu Dora.
Delirdiğini fark ederek televizyonu kapatırken salon karanlığa büründü. Kalın perdeden dolayı içeriye çok bir ışık girmiyordu ama önünü görecek kadar da yeterliydi. Bir süre boyunca öylece siyah ekranı izledi. Sarımsak o sırada oturur pozisyona geçmiş sahibine bakıyordu.
Kedisinin miyavlamasıyla beraber çalan zil ile kafasını kediye çevirip gözlerine baktı. "Burada müneccim olan sanki bendim?" diye sorduğunda kedi miyavlayıp patisini yaladı. Sanki roller değişti ciğerim der gibiydi. "Acaba kim geldi?"
Kimlerin gelebileceğini biliyordu ama onlardan kendisine gelmemelerini rica ettiğinden beri kapısı neredeyse hiç çalınmamıştı.
Kapıya doğru yaklaştığından kapı deliğinden kimlerin geldiğine baktı. Berna, Caner ve Doğan önde duruyordu, arkalarında ise Tutku, Esra ve Kazım vardı. Orhan ve Sercan ile bir arada geldikleri gün hoş bir haber almamıştı ama hepsinin yüzlerinde bir gülümseme vardı.
İlk defa umutlu parladı gözleri o an.
Kapı kulpunu indirip kapı önündeki bedenlere baktığında yüzlerindeki gülümsemenin donduğunu gördü. Hepsinin gözlerindeki şaşkınlığı ve dehşeti okuyabiliyordu. Hiçbiri Dora'nın bu kadar çökmüş olmasını beklemiyordu. Özellikle Barlas'ı arama görevlerine katılan üçlü, iki hafta kadar önce son kez gördükleri Dora'dan hiçbir şey göremiyordu.
Mavi gözlerinin feri gitmişti, göz altları çökmüştü, soluk teni bu sefer hastalıklı bir soluğa sahipti, hiçbir şey yemediği giden yanaklarından bile anlaşılıyordu.
Bu çocuğa iki hafta boyunca ne olmuştu böyle? Dora'yı hep gülerken görmeye o kadar alışkınlardı ki onun bu hali onlar için yabancıydı. Oğlanın ne olursa olsun güleceğini düşünürlerdi hep ama bir konuda hata yapmışlardı. Gülümsemek ve güçlü durmak bambaşka şeylerdi. Dora umutluydu, güçlü kalmıştı ama bu süreçte yıpranmıştı da.
Doğan ne diyeceğini bilemez bir şekilde kardeşini bulmanın mutluğunu bile içine gömerken omuzlarını düşürdü. Düşünüyordu da bu çocuğun eski halini nerede arayıp bulabileceklerdi? Barlas'ı bulmaya o kadar odaklanmışlardı ki evinde sevdiği adamı bekleyen oğlanı unutmuşlardı. Her zaman akıllarının bir köşesinde duran oğlanı aynı zamanda unutmuşlardı.
Bulamazsak Dora üzülür, mahvolur, yıkılır demişlerdi hep ama oğlan zaten bu süreçte üzülmüştü, mahvolmuştu, yıkılmıştı.
Doğan ilk defa ağlayacakmış gibi hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
komutan bey
Fiksi RemajaSon sınıf üniversite öğrencisi olan Dora, karşı komşusu olan asker Barlas Sönmez'e mesaj atma kararı alır (ciddiye alınacak türden bir kurgu değildir)