arda son birkaç gündür kenan'ın sözleşmeyi imzalayıp imzalamayacağı hakkında kafayı bozmuştu. kenan'ı yıllardır tanıyordu ve lafından dönmeyeceğinden adı gibi emindi. kedi'yi yalnız bıraktığı için vicdanı onu rahat bırakmıyordu. en yakın zamanda kedi'yi evine getirecekti, kenan'la onu yalnız bırakamazdı. hayvan için büyük bir trajedi olurdu.
işyerinde, evde, arkadaşlarıylayken bile tek düşündüğü kenan'dı. sadece sözleşme değil, giderken bıraktığı öpücüğü, elini kırılgan bir vazoyu tutar gibi hazikçe tutması ve gözlerinde gördüğü derin özlem bir adım geri atmasına bile vesile olabilirdi fakat arda kararında netti, yoldan geri dönüş yoktu.
annesi yazlık evine gittiğinden beri evde yalnız takılması da ruhunun daralmasına yetmişti ilk birkaç gün. kışın ortasında annesi ne diye onu yalnız bırakıp gittiyse zaten? yalnızlık bir denizse arda yüzmeyi bilmeyen küçük bir çocuktu, boğuluyordu. kıyıdan onu kurtarmaya gelecek cankurtaranı ise kenan'dı. fakat artık o yoktu ve buna alışmalıydı. artık hayatında kenan olmayacaktı.
kenan ile arkadaş ortamında tanışmışlardı. arda ilk gördüğü anda vurulmuştu, kenan da kendisinden farksızdı bu durumda. arda kendisini tamamlayan parçayı bulduğunu hissediyordu. bir bar taburesi üstünde diğer arkadaşlarının çıkardığı doğum günü uğultuları arasında sadece kenan'ı duyuyor, gözleri ise loş ışıkta sadece onu görüyordu. büyülenmişti âdeta.
kenan ise ilk andan biliyordu, bu çocuk onun kaderiydi. bilirsiniz, kenan ister ve kenan alır. karnında uçuşan kelebeklerin sebebi karşısında, ona parlayan gözlerle bakıyordu. o gün içmedi; arda'nın parlak güzel gözlerini, öpülesi yumuşak dudaklarını, bir ninni kadar huzur verici sesini unutmamak için.
o günden beri heyecanından hiçbir şey eksilmemişti arda'nın. kavgalarının kalbine açtığı delikler artık kaldıramayacağı boyuta geldiğinde ise geri dönemeyeceği yola girmişti. bazen düşünüyordu: "acaba çok mu acele davrandım bazı şeyler için?"
kenan ise kalbindeki delikle bir süredir devam etmeye çalışıyordu. işe gitmesi, geldiğinde ise bulduğu boş ev veya kedinin yalnızlığı ise kendisini yaralayan şeylerden birkaçıydı. ayakta durmak zorundaydı, arda'nın karşısında yılmadığını göstermek için. fakat tek bir darbede yıkılacak metruk bir binadan farkı yoktu artık. kolonun en sağlamı kırılmıştı bile.
şimdi ise arda'yı kendisine nasıl döndürebileceğini kara kara düşünüyordu. işyerinde günlerdir sadece önündeki evraklarla bakışıyordu. barış her yeni evrak getirdiğinde evrakların gözle imzalanmadığını ona hatırlatıyordu. kenan'ın eli gitmiyordu. bununla başa çıkmanın arda'dan başka çaresi yoktu.
kapı çaldı ve düşüncelerinden sıyrıldı. yeni evraklar, yeni iş diye geçirdi aklından. "kağıt dağı için yeni bir dalga."
kapıdan kravatı, saçları dağılmış; gözleri ise halka halka olmuş arda'nın girdiğini görünce günlerdir süregelen uykusuzluğunun kendine oynadığı bir oyun sanmıştı gördüklerini.
"girebilir miyim?" diye sormuştu nazik sesiyle. kenan ise gözlerini kırpıştırıp ovuşturmakla meşguldü. kendine geldiği beş saniyeden sonra "evet." diye yanıtladı.
arda, karşısındaki kahverengi deri kaplamalı sandalyelerden birine oturdu. kenan, arda'nın görünümünü tek bir kelimeyle yorumlayacak olsaydı bu kelime "berbat" olurdu. kendisinden ayrıldığı son günden sonra hayatını kendisi olmadan güllük gülistanlık yaşayacağını tahmin ediyordu. ama görünen o ki mahvolan tek kişi o değildi.
arda ise kenan'ı tek kelimeyle betimleyecek olsa bu kelime "sefil" olurdu. çok sevdiği, her sabah elleriyle şekillendirdiği saçları darmadağındı kenan'ın. yüzündeki belirgin, çizgilerinin belli olduğu gamzeleri ise yok olmuştu. arda, kenan'ın kafasını okşayıp her şeyin geçeceğini söylemek çok istedi fakat atı alan üsküdarı geçmişti.
"buraya sözleşme için geldim, imzalayacağını ve beni uğraştırmayacağını umuyorum." arda'nın söylediği şey buydu.
"bunu asla yapmayacağımı söylemiştim." dedi kenan.
"bunun daha fazla uzamasını istemiyorum, en az kırgınlıkla bitmesi ikimiz için daha iyi olacak."
"benim için daha iyi, hatta ve hatta en iyinin bu olmadığını benden daha iyi biliyorsun. sensiz yaşadığım başka bir evren, hayat veya düşünce olamaz. ben seni bırakmayacağım." kenan keskindi. bırakmayacak, yeniden tuttuğunu koparacaktı.
"yalvarıyorum kenan," arda sesi titreyerek söyledi. elleriyle yüzünü çoktan kapatmış, kendini gizlemek için elinden geleni yapıyordu. kırgınlığını, üzüntüsünü belli edemezdi kenan'ın karşısında. "yalvarıyorum senden ayrılmamı daha zorlaştırma, yoksa senden asla kopamayacağım. sensiz yapamayacak, sana muhtaç olacağım."
kenan sesi titreyen arda'nın bu kadar ciddi olduğunu şu ana kadar düşünmediğini fark etti. tüm bu olanları "arda bana nasıl olsa dönecek." düşüncesi tesirinde yaşamıştı. fakat kafasına arda'nın ona dönmeyecek kadar ciddi olduğu; karşısında gördüğü, canından çok sevdiği adamın gözyaşlarıyla ondan ayrılması için yalvardığında dank etti. kenan'ın görüntü karşısında içi parçalanmıştı. sevdiği, uğuruna canını bile verebileceği çocuğu ne hakla ağlatabilmişti? kendine kızmıştı kenan, hem de çok.
arda'nın yanına adımladı. kolları arasına aldı. sıkı sıkı sarıldı. "ne olur ağlama." demek geldi içinden. söyleyeceği her kelime arda'ya on kat daha etkili şekilde dönüyordu bu yüzden susmayı tercih etmişti. ama hissettirmek istemişti arda için her zaman orada olduğunu.
arda "iyiyim," dedi. "iyi olacağım. yarın tek taraflı davayı başlatacağım." söylediği son şey buydu. "kalkıp gitsem iyi olacak. rahatsız ettiğim için kusuruma bakma."
kenan, kalkmaya yeltenen arda'yı omuzlarından tutup yerine geri oturttu. arda hareketine anlam verememişti. kırmızılaşmış gözleriyle kenan'ın gözlerine baktı. kenan ise arda'nın karşı koltuğuna geçip oturdu. "gitme, dur." dedi gözlerinin içine bakarak.
kenan bu yoldan nasıl dönüleceğini bilmiyordu. arda aceleci davranıyordu ve kenan biraz daha hızlı düşünmeliydi, zaman kazanmalıydı. eğer önünde biraz daha zaman olsa bunu toparlayabileceğine inanıyordu. aklında bir fikir belirmişti. bir haftalık bir taslak o an kenan'ın zihnine oturmuştu.
"arda biliyorum her şeyin bir anda bitip gitmesini istiyorsun," cümlesine bu şekilde başlamıştı. arda ise pür dikkat onu dinliyordu. "senin için sözleşmeyi imzalayacağım." arda'nın şaşkınlıkla gözleri büyüdü. tuttuğunu koparan, inatçı kenan'dan bu lafları işittiğine inanamadı. kalbinde olmaması gereken yerde biten son umut fidanı da bu şekilde yok olmuştu. kırıldığını hissetmişti fakat buna hakkı yoktu. en başında bunu kendi istemişti.
"bir şartım var boşanmak için." kenan söyledi.
arda merakla dinliyordu. dikkatini dağıtmadan kenan'dan cümlenin devamını getirmesini bekledi.
"bir hafta," dedi. "bir hafta her gün seninle birlikte olmama izin ver. eski zamanlardaki gibi."
arda teklifle yeniden dumura uğramıştı. intikam sözcükleri beklerken kenan karşısına geçmiş eski günlerdeki gibi olmalarını istemişti. zor gibi görünmüyor olabilirdi ama hayatın ne getireceğini kimse bilemez değil mi?
kenan devam etti. "sonra karşına bir daha asla çıkmayacağım, söz veriyorum."
arda kafasında tarttı. hangi senaryo daha az acı verecekti bilemiyordu. uzun, ne zaman biteceği belli olmayan acı verici bir birliktelik mi yoksa bir haftalık bir tiyatro mu? sadece rol yapacaktı değil mi? sıradan mutlu bir çift rolü...
"tamam." dedi arda. "bir hafta seninle olacağım. her zaman yanında..."
"anlaştık?" elini uzattı kenan.
"anlaştık." arda, kenan'ın uzattığı kemikli elini sıktı.kenan ise gerçeği kabulleniyordu, arda ile yol ayrımı ufukta görünmeye başlamıştı. şu an tuttuğu eliyle birlikte aynı yöne mi sapacaklardı yoksa arda narin bir öpücükle yol ayrımında ona sonsuza dek veda mı edecekti?
