16. Bölüm

361 43 25
                                    


Merhabayın.

Bir oturdum, pir oturdum gerçekten.

Bu kadar geç geldiğine değecek bir bölüm oldu bence.

Bir de Instagram'da elfspeare hesabında soru & cevap yapıyoruz. Haberi olmayanlar oraya sorularını iletebilirler.

Lütfen bölüm boyunca yorumlarınızı eksik etmeyin, zor bir dönemden geçerken emek veren yazarları yalnız bırakmayın. Sadece ben de değil, okuduğunuz tüm yazarlara desteğinizi gösterin.

Buna ihtiyacımız gerçekten var.

Sizi bölümle bırakıyorum.

İyi okumalar. <3

***

30 Ağustos 2015, Ankara

"Yürü, bu yol şeref zafer yolu,

Karşında bekliyor seni, tan yeri.

Yürü, atıl, devir karanlığı,

Durma, yürü, haydi hep ileri."

Dışarıdan gelen gür marş sesleri kulağımı doldururken beyaz eldivenin içinde terleyen ellerimi faydasızca eteğime sürdüm. Sonra eteğim kirlenir korkusundan bir güzel orayı çırptım. Arkamdan gelen kıkırtılara gözümü devirsem de uğraşmalarına sesimi çıkarmadım. "Kız, sakin olsana!"

"Ay olamam sakin falan. Kırk yılın başı koskoca Kara Harp Okulu'ndan mezun oluyorum. Hem de birincilikle mezun oluyorum!"

Sude'nin yanıma yaklaştığını hissettim, belime sarıldığında titrek bir nefes vererek gülümsedim. "Ayy... Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bir ilk olacak... İnsanlar yıllarca seni hatırlayacak. Ne büyük bir gurur. Bayılıyoruz kızım sana, endamın yürüsün!" Gözlerim dolduğunda arkamı döndüm ve henüz odalarımızda olmanın verdiği rahatlıkla sarıldım. Onunla yıllarca aynı odayı paylaşmıştık ve tıpkı diğerleri gibi desteğini bir an olsun çekmemişti üzerimden. Bu okulda sayımız azdı, bu yüzden her zamankinden daha çok kenetlenmiştik birbirimize.

Kızlar da hayranlıkla iç çektiğinde burnumu çekerek kıkırdadım. "Ay tamam, ağlatacaksınız şimdi. Hadi, vaktimiz geliyor." Herkes kendini ve yanındakini toparlayıp son dokunuşları yaptığında aklım elbette Göktuğ'daydı. Tüm sene çabalamıştı bunun için ve sonunda ne yapıp edip birinciliğini paylaştırmanın yolunu bulmuştu. Artık aralarında belirgin bir şeyler olsa bile aklına her geldiğinde sinirli bir nefes alması gerekiyordu. Almazsa, Göktuğ'u boğacaktı çünkü bir gün.

"Seninki bahçede dört dönüyor Burçin." Gözlerini büyüterek arkasını döndü, Sude pencerenin önünde dışarıyı izliyordu. Henüz askerler binadan ayrılmamışlardı, saat sabahın çok erken saatleri olduğu için bol bol vakitleri vardı. Bazıları bu vakti şehir dışından gelen ailelerine yardımcı olmak için kullanmışlardı, benim gibi takıntılı olanlar ise her şeyin titiz ve planlı ilerlediğinden emin olmak için. Bir de aramızda Göktuğ gibi heyecandan yerinde duramayanları da vardı. Yerimden ayrılmak için ufak bir tereddütte kalsam da birkaç saniyeden bir şey olmaz diyerek pencereye doğru fırladım. Hızımdan kaynaklı odada birkaç gülüşme daha olsa da görmezden geldim.

Göktuğ, jilet gibi ütülenmiş koyu haki üniformasının içinde, aşağıda hızlı hızlı tur atıyordu. Harbiye kılıcı belindeydi, ellerindeki beyaz eldivenleri çıkarmış ve ikisini de tek elinde sabit tutuyordu. Teni, İzmir'deki Menteş Kampı'ndan yeni döndüğümüz için kavrulmuştu. Teninin açıklığını sevsem de bu kavruk ten, ona inanılmaz yakışmıştı. Üçe vurulmuş kafasındaki kepi çıkardığında heyecandan çok sıkıntılı olduğunu fark ettim. İçim huzursuzlukla kaplandığında girdiği stresin sadece törenle ilgili olmadığını aramızdaki birkaç metreye rağmen hissetmiştim.

PİRUS GECESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin