15

402 60 38
                                    

barış'ın yanımızdan kalkması ve uzaklaşmasıyla beraber bertuğ tekrar barış'ın birbirinden kötü hikayelerini anlatarak bizi gülme krizine sokmuştu. barış alper yılmaz'ı ilk gördüğüm zaman dikkatimi çekmiş olsa da bana karşı ilk başlarda gösterdiği tavırlar o kadar utanç vericiydi ki şu anki konumumuzu o an birisi bana söylese inanmaz yüzüne tükürürdüm herhalde. bir anda ona karşı herhangi bir duyguyu hissetmem doğru olmazdı zaten şu anda da onun kadar sevebildiğimi düşünmüyordum ama yine de onun kadar çok sevebileceğime olan inancım çok yüksekti. o sevdiği insana olan sevgisini tüm şeffaflığıyla belli edebilirken ben en az onun hissettiği kadar sevgi hissetsem bile bunu belli edemezdim, yapım gereği.

onun o korumacı tavrı en başından beri beni kendine çeken özelliğiydi. karşısında kim olursa olsun sevdiği insanı canı pahasına korur ve kollardı, bu devirde öyle insanlar da bulmak büyük çaba isterdi. keşke en başından beri beni manipüle eden birileri olmasaydı da barış ile güzel bir şekilde tanışıp kaynaşsaydık. 

barış, yanımızdan ayrılalı neredeyse yarım saat olacaktı ama hâlâ yanımıza dönmemişti, içime yerleşen sıkıntı ise cabasıydı. sanki bir el kalbimi avuçlarının arasına almış da sıkıyormuş gibi hissederken boğazımdaki nefesimde ciğerlerime inmiyordu. 

çocuklar da barış'ı sormaya başlayınca merakımı gidermek için telefonunu çaldırmaya başladım, operatör cevap veremiyor dedikten sonra telefonu kapatarak üst üstte dört kere daha aradım. hani bir şey olduğu zaman direkt beni ara demişti o zaman neden aradığım zaman açmıyordu bu adam? 

"ben bakmaya gidiyorum, biraz daha beklersem kalbim atmayı bırakacakmış gibi geliyor."

benimle beraber diğerleri de ayaklanınca hızlı bir şekilde çöplerimizi toplayarak çöp kutusuna attık ve hızlı adımlarla barış'ın gittiği sokağa doğru ilerlemeye başladık. ben önde diğerleri arkada gelirken adım seslerimiz senkronize bir şekilde sokakta yankılanıyor ve kulaklarımıza doluyordu. 

ara sokağa girmemizle kalabalık insanları görünce zaten ağzımda atan kalbim neredeyse ellerime düşmüş ve ellerimde atmaya başlamıştı, birine bir şey olmuş olmalıydı ama bu kişi barış ise gerçekten delirirdim. diğerlerini arkamda bıraktım ve koşarak kalabalığın içine karıştım, yerde kanlar içinde yatan barış'ı görmemle kulaklarım uğuldamaya bacaklarım titremeye başlamıştı. etrafındaki insanlar müdahale yapmaya çalışsa da ambulans sesiyle beraber kalabalık ayağa kalkarak barış'ın etrafını açınca eğilerek barış'ın yüzünü ellerimin arasına aldım. o kadar çok kaybetmiş olmalıydı ki gözlerinin altı ve dudakları rengini neredeyse kaybetmiş, teni buz gibiydi. gözümden ardı ardına akan yaşlar onun soğuk tenine çarparak yere damlıyordu.

"barış, gözlerini aç yalvarırım."

ne desem cevap veren adam ellerimin altında o kadar savunmasız yatıyordu ki aklımı kaybetmek üzereydim. ilk yardım ekipleri inerek beni barış'ın yanından çekmeye çalışınca kendime gelerek onlara kolaylık sağlamak amacıyla ayağa kalkmaya çalıştım ama dizlerimin bağı çözülmüş olsa gerek iki dizimin üzerine sertçe düşmüştüm. barış'ı kaldırdıkları gibi sedyeye yerleştirip hızlı hareketlerle ambulansa koymuşlardı. bertuğ ve ismail ambulansa binmek isteseler de onları almayan ilk yardım ekipleriyle kavgaya tutuşmuşlardı. dizlerimin acısını unutarak ayağa kalktım ve titreyen bacaklarımla ilk yardımcının yanına giderek kolunu tuttum.

"ben onun en yakın arkadaşıyım bende sizinle geleceğim diğerleri ambulansı takip edecek."

adam hızlı bir şekilde kafasını sallayınca diğerleri de dediğimi onaylayıp çoktan yola koyulmuşlardı bile. hızlı bir şekilde ambulansın ön koltuğuna oturarak bir an önce hastaneye yetişmeyi diledim. daha barış'a tam anlamıyla kavuşamadan onu kaybedemezdim, onu sevdiğimi haykıramadan hatta ona bunu gerçekten hissettiremeden ölemezdi beni bırakıp gidemezdi. gidemezdi değil mi? ya bedeni yorgun düşüp beni bile bırakırsa ne olacaktı? nasıl alışırdım daha varlığına yeni alışmaya başladığım adamın yokluğuna?

toz duman | semih kılıçsoy & barış a. yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin