bir haftalık uzun ve yorucu hastane günleri serüvenimizin ardından sonunda barış bugün taburcu edilmişti. normal odaya alındığı gün direkt olarak hastaneden çıkmak istese de zar zor ikna etmiştik biraz daha kalması gerektiği konusunda. üstelik bu süreçte olduğundan daha da inatçı ve huysuz bir adam olmuştu. hastane yemeklerinden midesi bulandığını söylüyor ve yememek için bir sürü bahaneler uyduruyordu. en son ki bahanesi bertuğ'un da karnının aç olduğunu ve onun yemesi gerektiğini söylemesi olmuştu. bertuğ, bu fikri duyunca adeta odadan kaçmış ve iki gün boyunca ziyarete gelmemişti.
onun dışında bütün son kontrolleri sağlanmış ve hastaneden taburcu edilmemesi için bir sorun görmemişlerdi, bu duruma hepimiz oldukça çok sevinmiştik. hastaneden çıktığımız için değil barış'ın sağlığına yeniden kavuşması bizi sevindirmişti. eve geldiğimiz ilk an çocuklar yine bir şeyler alıp geleceklerini söyledikleri zaman barış bir süre benimle baş başa kalmak istediğini söyleyip çocukları kovmaktan beter etmişti.
şimdi o odasında uzanırken bende mutfakta ikimiz için yiyecek bir şeyler hazırlıyordum. yemek konusunda pek bir fikrimin olduğu söylenemezdi ama en azından çorba yapmayı biliyordum. sıcak sıcak bir çorba barış'a çok iyi gelirdi. katı gıdalar verme konusunda sebepsiz bir hassasiyet duysam da doktor bir sorun olmayacağını söylemişti. bugün çorbayla idare ederdik ama yarın güzel bir yemek yapmam lazımdı, internetten iyice araştırsam iyi olurdu.
dolapta ne bulduysam koyduğum çorba oldukça iştah açıcı duruyordu, umarım tadı da görünüşü kadar güzeldir diye düşünmeden alamadım kendimi. barış'tan ses soluk çıkmıyordu muhtemelen ya televizyona dalmıştı ya da uykuya. hastanenin televizyonunda belgesel izlemeye o kadar çok alışmıştı ki eve geldiğinde bile belgesel izlemek istemişti.
iki kepçe dolusu çorbayı kaseye doldurduktan sonra yanına biraz ekmek doğrayıp bir bardak suyla beraber tepsiye koydum. tepsiyi dökmemeye özen göstererek elime aldıktan sonra adımlarımı barış'ın yattığı odaya çevirdim ve yavaş yavaş yürümeye başladım. kapının pervazına gelince barış'ın pür dikkat belgesel izlediğini görüp gözlerimi devirmeden edememiştim, içeri girdiğimi bile yanına geldiğim an fark etmişti.
"sarı çiçeğim bu belgeseller ne güzel bir şeymiş ya bu zamana kadar nasıl izlememişim? baksana aslan az önce kartalı yakalamaya çalıştı da kartal uyanık çıktı uçtu gitti bir anda."
kumandayı elinden alarak televizyonu kapattım ve bakışlarımı yüzüme hüzünle bakan sevgilime çevirdim. aynı bir çocuk gibi kollarını önünde bağlamış ve dudaklarını büzerek masum rolüne bürünmüştü. yanındaki boşluğa oturup tepsiyi bacaklarımın üzerine koydum ve çorbanın yanına koyduğum ekmekleri çorbanın içine koyarak karıştırdım.
"belgeseli mi kıskandın, sarı çiçeğim? valla ben ölene kadar kimse senin sevginin önüne geçemez öldüğümde de zaten hatırlamam ama o zaman da son sözüm yine sen olursun."
"ya barış, ölüm hakkında konuşma demiyor muyum sana? zaten bir kere neredeyse ölecek olmanla sınandım lütfen bir daha ölüm konusunu açma. bak sana çorba yaptım bunu ye sonra yatıp uyuyalım yorulduk bugün."
yavaş bir şekilde doğrulup elimdeki tepsiyi alarak masanın üzerine koydu. belime yerleştirdiği eliyle beni sanki kuş taşıyormuş gibi kaldırarak kendi bacaklarının üzerine oturtturunca dengemi sağlamak adına refleks olarak elimi karnının üzerine koymak zorunda kaldım. sonradan elimi koyduğum bedenin sahibi olan sevgilim hissettiği acıdan dolayı inleyince elimi dikişli yerine koyduğumu fark edip hızla elimi karnının üzerinden çektim.
"sevgilim çok özür dilerim gerçekten refleks olarak koydum, çok acıdı mı?"
"yok acımadı yavrum ama öpersen eski acısını da unuttururmuşsun öyle duydum."
gözlerimi yüzüne çevirerek baktığımda muzip bakışlarla yüzümü incelediğini görünce ısınmaya başlayan yanaklarıma engel olamamıştım. her ne kadar barış'ı öpmeyi ve ona dokunmayı çok sevsem de o her böyle açıkça konuştuğunda engel olamıyordum kendime ve vücudumdaki etkisine. parmaklarını usulca çeneme yerleştirerek tekrar gözlerimizi birleştirdi bu sefer o kadar naif bakıyordu ki sanki ben kırılacak bir eşyaymışım ve o da beni kırmadan taşımaya çalışan bir elaman.
"o kadar güzelsin ki semihim. seni anlatmaya kelimem bile yok yani o derece bir güzelliksin sen. nasıl bir sevap işledim de sen bana nasip oldun? utanınca kızaran yanakların, gülünce kısılan gözlerin, burnunun ucunda sanki sulu boya fırçasında kalan sular gibi teker teker fırlatılmış çillerin ve sapsarı saçlarınla o kadar farklısın ki herkesten. seni sevmeye bile korkuyorum güzelim benim. seni kendimden bile kıskanıyorum ne yapacağım böyle bilmiyorum ama tek bildiğim bir şey varsa sana çok aşık olduğum. bunca yıllık hayatımda yaptığım ilk ve tek doğru güzelliksin, sevgilim benim."
sağ gözümden akan yaş onun çenemdeki eline doğru akınca dudaklarını iki yana kıvırıp göz yaşımın ıslattığı yanağımın üzerine uzun bir öpücük kondurdu. o beni öptükçe ben sanki yeniden doğuyordum, o beni öptükçe içimdeki çocuk o kadar mutlu oluyordu ki. beni çok güzel seviyordu ve bana bunu hissettiriyordu, o bana kendini ifade etmeden önce bu kadar sevilebileceğime ihtimal bile vermezken barış beni kusurlarımla bile seviyordu.
"iyi ki sen sevgilim, iyi ki. korkak olan bana gerçek cesareti gösterdiğin için binlerce kez teşekkür ederim sana. benim de sevilebilecek bir insan olduğumu gösterdiğin için de teşekkür ederim hiç ayrılmayalım, birbirimizi hiç kırmayalım sana çok aşığım."
yüzümün her bir ayrıntısında dudaklarını gezdirip öpmüştü uzun uzun sonra bakmıştı gözlerime içli içli. usulca uzanıp masanın üzerindeki çorba kasesini alarak kaşık kaşık yedirmeye başlamıştım. ne kadar sıcak da olsa hiç ağzını açıp bir kelime bile söylemedi isyan bile etmedi yedi sonra teşekkür etti.
ve o gün önce dudaklarımız birbirlerine mühürlenmişti sonra bedenlerimiz, ikimizde tekrar anlamıştık ki bin kez budasalar dallarımızı ve bin kez kırsalar da, yine aynı heyecanla aynı şevkle açmaya devam ederdik.
final.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
toz duman | semih kılıçsoy & barış a. yılmaz
Fanfictionyıllardır aradığı aşkı bir mezuniyet balosunda bulacağını düşünmeyen barış, semih'in aklını karıştırmaya çalışacaktı. bu kurgudaki karakterlerin, gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. tamamen hayal ürünüdür.