Etrafımdaki gergin havadan kurtulmak istiyordum. Bana atılan soğuk bakışlar, öncekilere nazaran daha iyi olsa da hâlâ rahatsız ediciydi.Şu anki durumumu açıklamak gerekirse, Mycroft Holmes'un karşısında hayatta kalmaya çalışıyorum denebilirdi. Mesai bitiminde eve dönmek için yaptığım hazırlık, onun birden karşıma çıkmasıyla yarıda kesilmişti.
Tartışmak istediği bir konu olduğunu ve zaman ayırmamı kelimelerle rica etse de hareketleri emredici bir nitelikteydi. Zaten reddedecek kadar aklımı kaçırmamıştım. Hatta önceki zorunlu görüşmelerimize kıyasla, bu sefer en naif kelimeler şu ana aitti, bu yüzden gerginliğim oldukça azalmıştı.
Karakoldaki ofisimde, masanın önündeki koltuklarda karşılıklı oturmuştuk. Bir şey içmek istemediğini söylese de karakoldakiler, onun ününden haberdar olduklarından birer su ve kahve getirmişlerdi. Ben kahvemden içerken, o da suyundan birkaç yudum almıştı.
"Ziyaret sebebinizi öğrenebilir miyim, Bay Holmes?" diye sordum.
"Üzerinden uzun bir zaman geçti ama önceki yardımlarınız için müteşekkir olduğumu bilmenizi isterim," dedi.
Söyledikleriyle biraz şaşırmıştım çünkü bu, bir Holmes için fazlasıyla nadir bir davranıştı. Şaşkınlığımı anlamış olacak ki yüzünde hafif bir keyif belirtisi vardı. Ya da bu durumun stresi yüzünden halüsinasyon görüyordum. Benden bir cevap beklediğini anladığımda söze girdim:
"Sadece sebep olduğum bir karışıklığı düzeltmek istemiştim ve açıkçası yardım edebileceğimden emin olmadan bu şekilde harekete geçmek fazlasıyla gereksizdi."
"Aptalcaydı..."
Duyduğum kelimenin hakaret olduğunun farkında olsam da ona hak veriyordum. Elimdeki kahve bardağını önümdeki sehpaya bırakıp oturduğum koltukta biraz dikleştim ve iç çekerek devam ettim:
"Kesinlikle aptalcaydı."
Biraz gülümseyerek ve ağzımdan hafif bir kıkırtı eşliğinde, kendisine katıldığımı belli ettim.
"Sizden bir isteğim daha olacak," dedi. "Bu sefer şansınızı benimle paylaşmanızı istiyorum."
Ne olduğunu anlamaya çalışırken kapı çalınmadan açıldı ve içeri Mycroft'un asistanı olduğunu düşündüğüm biri girdi. Elindeki birkaç dosyayı sehpaya, önüme bırakıp, aynı hızla odadan çıkıp kapıyı kapattı.
Ben ne olduğunu sormak üzereyken, Mycroft'un dosyaları incelemem için eliyle işaret ettiğini gördüm. Hiç söze girmeden dediğini yaptım.
Biraz karmaşık bir olay gibi duruyordu ama aslında basit bir işti. Sorun, benim uzmanlık alanımın dışında olmasıydı ve üstelik yapmam gereken başka işlerim de vardı. Göz ucuyla karşımdaki adama hafif bir bakış atıp tekrar önümdeki belgelere döndüm. Angarya bir işti ama önemli bir gizlilik gerektiriyordu.
"Bay Mycroft, sözü dolandırmak istemiyorum. Bu iş için ne zamanımın ne de gerekçem olduğunu düşünüyorum," dedim.
"O zaman ben de sözü dolandırmayacağım: Bu bir istek değil, bir emir."
Söyledikleriyle, zaten en başından reddetme şansım olmadığını bildiğim düşüncem kesinleşmişti.
"Bu dosyaya baktığımda, işin öneminin yalnızca gizlilik kısmında olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde çalışanlarınızdan herhangi biri bunu kolaylıkla halledebilirdi. Benim merakım, neden çalışanlarınıza değil de bana güvendiğiniz."
"Kardeşim size fazlasıyla güveniyor. Bu, benim için yeterli bir güvence."
Anladığımı belirtmek için başımı salladım ve tekrar önümdeki kâğıt yığınına baktım. Gerçekten basit bir işti, angarya denilebilecek kadar gereksiz. Belli ki Mycroft da bu duruma sürüklenmiş ve en kısa sürede kurtulmak istiyordu. Ancak benim endişem, bu durumu alışkanlık haline getirmesiydi. Eğer bu işi öylece kabul edersem, bir daha kurtulamayacağımın farkındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He's Mine (o Benim johnlock)
FanfictionTamamen kendi arzularıma dayalı bir hayran kurgu çalışmasıdır. Kişilerde hafif duygusal ve zihinsel değişiklikler mevcuttur. Karakterlerin olabildiğinde kişiliklerini değiştirmemeye çalıştım, umarım düzgün yansıtabilmişimdir. Kısa bir kesit. Nasıl b...