Doğarken mi başladı benim son yolculuğum
Ondan mı öyle geçti o garip çocukluğum
Masallarla düşlerle beni hep aldattılar
Yaşadığım; en büyük yalandı biliyorum
Boşluğu kucaklardım uzatsam ellerimi
Düşsem diye beklerdi pusuda bir uçurum
Kol gezerdi acılar çevremde ölüm gibi
Ben ondan böyle kaldım, ondan karardı ruhum
Yağmur mu yağmazdı ne, tarlalar mı çoraktı
Neden hiç yeşermedi serptiğim onca tohum
Şimdi ölen bir şey var içimde azar azar
Ha söndü ha sönecek yıllar önce yanan mum
Susmayın biliyorum, ben bir yalan dünyada
Gürültülü yaşadım, sessizce ölüyorum.-Ümit Yaşar Oğuzcan
Yağmur yağacak az sonra. Yağmurla silinip gitmeyi dileyeceğim, ölmek yerine yağmurla akmak isteyeceğim tozlu sokaklardan bir çiçeğin sevincine. Yağmur yağacak az sonra ve ben koşmaya devam edeceğim. Ölümden daha hızlı koşmayı deneyeceğim. Yine de biliyorum, bir gün yakalanacağım. Ve yakalandığım yerde, bir bulutun altında gülümseyerek öleceğim. Gülümseyeceğim, ses çıkarmayacağım fazla, inanın bana. Sessizce öleceğim gürültülü bir mecrada. Boşluğa kollarımı uzatıp metanetle kucaklayacağım ölümü. Sana inat diyeceğim katilimin karşısına geçip, sana inat gülümseyerek ölüyorum. Hayatımdaki son noktaya gözyaşlarımı değil gülüşlerimi bulaştıracağım senin akıttığın kanımla birlikte.
Gülümsemekle öleceğim ben, kuşlara selamımı vereceğim. Bir bulutu görerek ölmeyi umacağım ben.Yağmur yağacak az sonra ve ben koşmaya devam edeceğim. Kendimden kaçacağım, gerçeklerden, beni kuşatan sorulardan ve ölümden. Ya da kaçtığımı zannederek kendi etrafımdaki bir dairede dönüp duracağım. Bir başka çehrede kendime rastlayacak, bir sessizlikte kendime çarpacağım.
Yağmur yağacak az sonra damlalar çevreleyecek mum alevindeki hayatımı. İçimde zaten ölmüş olan hislerin küllerini yağmura karıştırıp toprağa bahşedeceğim. Çünkü biliyorum, artık yeşermeyecekler.
Yağmur yağacak az sonra. Az sonra yağmur... Çok yağsın isteyeceğim. Öyle çok yağsın ki görünmesin gözyaşlarım. Ben bile anlamayayım ben mi ağlıyorum yoksa yağmur damlaları mı bu yüzümü yakarak geçen su damlaları. Yağmur öyle çok yağsın ki beni de silip süpürsün bu sahneden. Rüzgarın esir aldığı yüreğimi bırakayım şuracıkta, izin vereyim kalbimi kaplayan sancıların dışarı çıkmasına. İzin vereyim yağmurla akıp hiçliğe karışmaya. Öyle çok yağmur yağsın ki toprak kokusu sinsin saçlarıma. Ruhuma kadar insin bulutların sunduğu parlak inci taneleri. Duyulan tek koku çimeninki olsun, içimdeki yangının değil.
Gürültülü hayatıma sessiz bir nokta koymayı reddedeceğim az sonra. Hapsolduğum düğümleri renklere boyacağım. Boynumda hazır bekleyen her ip düşlerimin rengine boyanana kadar durmayacağım. Kötülükleri idam edeceğim sonra o iplerle. Benim darağaçlarım renkli olacak ve nefretleri asacak. Ne diyordum, az sonra yağmur yağacak. Yağmurun bir kuytusunda ıslanmış hayalleri toplayacağım birer birer.
Unutmamak için fotoğraflara saklanan hatıralar vardır, defter aralarında saklanan güller misali solmaya bırakılarak, hafızada silindiği an tekrar hatırlatmakla mükellef fotoğraflara saklanan rengarenk gülümseyen anılar... El üstünde tutulan bu hatırlatıcılar albümlere saklanır, raflarda muhafaza edilir, süslü çerçevelerle bezenir ve nesilden nesle aktarılarak o anları yaşamayanların bile unutmaması sağlanır. Peki bunun aksine unutulmak istenen, hatta gömülebilecek yer aranan ve hep daha derine saklanmak istenilen anılar yok mudur? Kilitleyip mahzenlere, küflenmeye bıraktığımız, hatırlamamak için mahzenin yollarını dikenlerle döşediğimiz acılar. Benim de bir acım var. Bir hasretim, bir kederim. Bir gizlediğim var benim. Yakmak için kibritleri yetiremediğim, alevler arasında kalmasına rağmen küllerinden kurtulamadığım ve çareyi kaçmakta bulduğum bir gizli bildiğim var.
Unutmak için hayatımın sayfalarını tek tek hışımla yırtarken daha fazla sayfa kalmadığını farkettim. Kendi sonuma kendim yürümüştüm ben. Başkaldırmadan, itiraz etmeden sakince yürüdüğüm yollarda kaybettiklerimi geri almayı denemeden sona varmıştım. İtaatimi yadsımadan boyun eğip daldığım denizlerde daha çok nefessiz kalmıştım. Nefes almak için uğraştıkça kendime zarar vermiştim. Her yukarı çıkma çabamda kafama bastırılan ellerde benim mezarımın çiçekleri vardı. Kokusunu bilmediğim çiçekler. Ama renkleri dün gibi aklımda olan çiçekler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ HIRSIZI
ActionVe Güneş Ay'a rastlıyordu.. Bir suçun pençesinde tehlikeli anlaşma.. Kendi bataklığında çırpınan bir kız.. Pervasız gecenin peçe olduğu gerçekler.. Ay'ın karanlık yüzündeki bilinmeyenler.. Geçmiş yüzünden kurulamayan hayaller, yarım kalan hayatlar...