1

222 28 54
                                    

Dediler Ki- Anlarsın

Her şey sana aklımda bir oda vermemle başladı...

Yeni yeni doğmaya başlayan gün gecenin karanlığını usul usul bölerken saatlerdir gökyüzündeki yıldızlara odaklı olan gözlerimi oldukça yavaş bir şekilde gökyüzündeki yerini hala korumakta olan yıldızlardan çekerek bacaklarımın etrafına doladığım kollarıma doğru çevirdim. Bir kaç saniyeliğine kollarımın üstündeki soğuktan dikleşmiş olan ince tüylerimin esen rüzgar nedeniyle yaptığı ufak sallantıları izledikten sonra da dışarıdaki soğuk havanın iç organlarıma kadar işlediğini fark ederek kollarımı bacaklarımın etrafından çekerek kendi bedenime doladım ve hafif bir ürperti eşliğinde ellerimle kollarımı ovuşturarak bir nebze olsun ısınmaya çalıştım.

"Üşümüşsün." kendi kendimi ısıtma çabam arkamdan gelen sesle birlikte bir anda yarıda kesilirken ellerimin ovuşturmakta oldukları kollarımın üzerinde kasılı kaldığını hissederek sertçe yutkundum. Yutkunuşum gecenin sessizliği yüzünden oldukça belirgin bir ses çıkardığındaysa o ses eşliğinde bakışlarımı yavaşça arkamdaki kişiye doğru çevirdim ve bakışlarımı çevirdiğim yerde bir çift açık kahve gözle karşılaşarak gözlerimin en içine derin bir şaşkınlık yerleştirdim. Yine mi rüya görüyordum? İyi de bu sefer hiç uyumamıştım ki? Yoksa uyumuştum da haberim mi yoktu? Çünkü böyle bir sahnenin sık sık gördüğüm rüyalar dışında gerçek olma ihtimali yoktu. Gerçi o rüyalarda karşımdaki adamın repliği 'üşümüşsün' değil 'üşüyeceksin' olurdu hep. O zaman bu bir rüya değil miydi? Peki bu bir rüya değilse onun burada ne işi vardı? Hadi diyelim işi vardı. Hadi diyelim nefret ettiği sigaraya bir gecede başlayası tutmuş ve sigara içmek için sabahın beşinde balkona çıkmıştı. Hadi diyelim bunların hepsi olmuştu peki beni görünce neden geri dönmek yerine balkonun kapısına yaslanıp bana hitap etmeye karar vermişti? Normal şartlarda bile konuşmayı çok sevmeyen bir adamken neden sabahın kör vakti benimle muhatap olmasına hiç gerek yokken benimle muhatap olmayı seçmişti? Bu hiç onluk bir hareket değildi.

"Uyanıksın değil mi?" gözlerimizin birbirini inceliyor olmasını umursamadan ona bakıp oldukça derin düşüncelere daldığım ve ona bir cevap vermeyi unuttuğum için uyanık olup olmadığımı sorgulama gereği duyan adam göğsünde birleştirdiği kollarını biraz daha sıkı bir hale getirirken ön kolunun hizasından başlayıp parmaklarının en uç kısmına kadar giden belirgin damarlarına bakarak başımı hafifçe iki yana doğru salladım. Kendime gelmek için yaptığım bu hareketimle karşımdaki adama dünyanın en saçma yanıtını vermiş olduğumdaysa karşımdaki adamın binde bir görebildiğiniz gülümsemesini dudaklarına yerleştirdiğini görerek daha fazla kendimi tutamayarak şaşkınlık içinde dudaklarımı araladım. Gülmüştü. Yani tamam bu sefer abartmayacaktım arada bir gülüyordu. Hatta poliklinikte ayağa kalktığı zamanlarda ona yol vermek için girdiğim hallerime şok sık güldüğü olmuştu ama genelde gülerken yüzü hep yere eğik olurdu ve ben güldüğünü sadece çıkardığı seste anlardım. Ancak şimdi gözleri gözlerimdeyken gülmüştü ve ben ilk defa gülünce zaten yüzüne oranla küçük olan gözlerinin daha da kısıldığını fark edebilmiştim. Bu arada gözlerini bu kadar uzun süre gözlerimde tutması da bir mucizeydi. Bu detayı da atlamamalıydım.

"Uyanık olmayan birine göre mimiklerin fazla aktif ama. Yoksa uyurgezerlik mi var sende?" kendisiyle geçirdiğim 19 nöbetdeki konuşmalarımızın hepsini toplasam benimle konuştuğu sürenin en fazla on dakika tutacağını bildiğim adam beni içerisinde bulunduğumuz her an daha da şaşırtacak bir şekilde benimle konuşmaya devam ederken daha fazla sessiz kalmamın artık kabalık olacağını düşünerek dudaklarıma zoraki bir gülümseme yerleştirdim.

"Yok. Uyurgezerlik falan yok bende. Uyumuyorum da. Gayet uyanığım. Sadece herhangi birini burada görmeyi beklemediğim için biraz şaşırdım. Sonuçta saat sabahın beşi. Nöbet değişimi saati de değil. Yani kimsenin buraya geleceğini düşünmediğim için biraz şaşırdım o yüzden de saçma bir tepki verdim. Kusura bakma, abi." sessizliğimin sebebini hissettiğim şeyleri karşımdaki adama çaktırmadan olabilecek en mantıklı şekilde açıklamaya çalışıp onunla konuştuğum için delicesine çırpınan kalbimi görmezden gelmeye çalışırken Mehmet Anıl Tüten göğsünün üzerinde birleştirdiği kollarını çözüp kapının kenarına yaslı omzunu hafifçe hareketlendirdi. Bu şekilde daha rahat bir pozisyon aldıktan sonra da gözlerini yavaşça gökyüzüne çevirip onun için rekor değerinde olan bakışma sürecimizi sonlandırmış oldu.

"Haklısın aslında. Bu saatte buraya kimse gelmez ama nedensiz uyku tutmadı beni bu gece. Belli ki seni de tutmamış." ortamdaki havanın nötrlüğüne kendisinin bile şaşırdığını hissettiğim Mehmet Anıl Tüten bana karşı kurduğu uzun cümlelerle beni şaşırtmaya devam ederken ona bir yanıt verme gerekliliğim varmış gibi başımı aşağı yukarı salladım.

"Evet, beni de uyku tutmadı nedensiz." aslında neden uyuyamadığımı çok iyi bilmeme ve nedenimin karşımdaki adamı son görüşüm olduğunu iliklerime kadar hissetmeme rağmen araladığım dudaklarımın arasından tam tersi bir cümle çıkarırken Mehmet Anıl Tüten ona verdiğim cevaba sessizlikle karşılık verip aramıza derin bir sessizliğin çökmesine sebep oldu. Bir süre sadece birbirimizin nefes seslerini dinledikten sonra da omzunu kapıdan ayırıp üzerindeki hırkayı çıkardı ve omuzlarımın üzerine hırkasını bırakıp balkondan çıkmak için hareketlendi. Ancak yaptığı bu hareketle kendime daha fazla engel olamayarak adını dudaklarımın arasından çıkarınca balkondan çıkmak için hareketlenen Mehmet Anıl Tüten aniden olduğu pozisyonda duraksayarak bakışlarını yavaşça bana doğru çevirdi. Oldukça yavaş çekimde gerçekleşen bu andan sonra da gözlerini gözlerime dikerek kaşlarını hafifçe havaya kaldırdı ve şaşkınlıkla kaplanmış gözlerini görmemi sağlayıp dilinin ucuyla nemlendirdiği dudaklarını hafifçe hareketlendirdi.

"Anıl mı?" acil stajımızın başından sonuna kadar geçen 57 gün boyunca 15 kişilik intern grubumuzdaki ben de dahil herkes kendisine 'Anıl abi' dediği için adını yalın bir şekilde dillendirmeme son derece şaşıran Mehmet Anıl Tüten ona içimden de olsa Anıl abi dememek için tam adını dillendirip durduğumu bilmeden şaşkınlık içinde konuşurken yine sesli bir şekilde yutkunup gözlerimi onun gözlerinden kaçırarak başımı aşağı yukarı salladım.

"Evet, Anıl." dışarıdan bakan biri için dünyanın en saçma konuşması olmasına rağmen nedenini bilmediğim bir şekilde sadece hitap şeklimle Mehmet Anıl Tüten'in ona söylemek istediğim her şeyi anladığını hissederek ağzımın içinde sessizce konuşarak gözlerimi yeniden onun gözlerine çevirdim. Sadece bir saniyeliğine gözlerine baktıktan sonra da daha fazla onun bakışlarının altında duramayacağımı hissederek omuzlarımdaki hırkayı elime alıp oturduğum yerden hızlıca kalktım ve hırkayı titreyen ellerimle birlikte Mehmet Anıl Tüten'in parmaklarının arasına sıkıştırıp koşar adımlarla intern odasına geçip kapıyı arkamdan kapatarak sırtımı kapıya yasladım. Sırtımın kapıyı bulmasıyla sağ elim sol göğsümün üzerine yerleştiğindeyse ayaklarımdaki gücün çekildiğini hissederek yere çöktüm ve sol elimi dudaklarımın üstüne kapatıp odada uyumakta olan grup arkadaşlarıma sesimi duyurmamak için elimi dudaklarımın üstüne bastıra bastıra ağlamaya başladım.

Voglio e non vorreiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin