Ali o sabah okula gitmek için evden çıkarken, annesinin soğuk bakışlarını bir kez daha sırtında hissetti. Dün gece kafasını kurcalayan tüm sorular, cevaplarını bulamadan zihninin bir köşesine itilmişti. Kapıdan çıkarken hafifçe içini çekti. Sokakların tanıdık havası, ona kısa bir süreliğine özgürlük duygusu verse de, okul koridorlarının soğuk duvarları arasında her şey yeniden ağırlaşırdı. Derin bir nefes alarak okula adım attı.
Okul koridorlarında dolaşan diğer öğrencilerin arasında kendini hep görünmez gibi hissediyordu. Kimse ona farkında değil gibiydi. Sınıfına girdiğinde her zaman olduğu gibi arka sıradaki köşeye geçti. Ali, sınıfta olup bitenleri izlerken Aykut’un masasına bakındı. Aykut, bugün yine sessizdi, dersle ya da çevresiyle pek ilgilenmeyen bir hali vardı. Geçenlerde ona attığı mesaja cevap vermediği için biraz hayal kırıklığı hissetse de onunla konuşmaya karar verdi.
Dersler başladı, sınıftaki herkes defterlerini açtı. Ali de kitabını açtı ama kelimeler zihnine ulaşmıyordu. Düşünceleri, kendi dünyasında, okulun anlamsızlığını sorgularken dolanıyordu. Burada nedenim ne? diye düşündü. Annesinin tavırları, her geçen gün omuzlarına yük binen bir ağırlık gibi hissettiriyordu.
Ders arasında cesaretini toplayıp Aykut’un yanına yaklaştı.
“Aykut, nasılsın?” diye sordu, sesi oldukça kısık çıkmıştı.
Aykut başını kaldırıp ona baktı. Gözlerinde hafif bir şaşkınlık vardı ama çok da sıcak bir karşılık beklemiyordu. Yine de Ali’ye kısa bir gülümseme yolladı. “İyiyim... Sen?” dedi, bir an duraksayarak.
Ali, bu basit cevabın bile kendisine yabancı bir rahatlama verdiğini hissetti. "Ben de iyiyim sanırım," dedi. Ama Aykut’un gözlerindeki bir kırılganlık, onun da yalnız olduğunu, belki de çok daha derinlerde bir şeyler yaşadığını anlatıyordu. Bir an Aykut’a kendini tamamen anlatmak istedi, ama kelimeleri toparlayamadı. Yine de sessizlik ikisi için de rahatlatıcıydı.
Bu sırada yanlarına birkaç sınıf arkadaşı geldi ve aralarındaki kısa sohbet kesildi. Ali, Aykut’un da kendisi gibi yalnız hissettiğini düşündü. İkisi de o kalabalığın içinde, bir parça anlaşılmayı bekleyen ama bunu bulamayan iki yabancı gibiydi.
Öğle yemeği sırasında Ali, okulun bahçesinde tek başına oturdu. Aykut’u uzakta, başka birkaç öğrencinin yanında gördü. Belki onun da beni anlamasını istemek fazla bencilce, diye düşündü. Ama bu duygu, içinde derin bir şekilde köklenmişti. Kendini ifade edememek, ailesiyle yaşadığı sorunlar, içinde biriken acıyı anlaması için birilerinin yanında olmasını istemek…
Düşüncelere dalmışken birden birinin yanına oturduğunu fark etti. Başını kaldırınca Betül’ü gördü; uzun zamandır Ali’yle konuşmaya çalışsa da her defasında onu geri çevirmişti.
“Merhaba, Ali,” dedi Betül. Sesinde yumuşak bir ton vardı.
Ali, ona kısa bir bakış atıp başını salladı. "Merhaba."
Betül, bu sessiz yanıt karşısında hafifçe gülümsedi. "Bugün dersler biraz zorlayıcıydı, değil mi?"
Ali başını sallayarak onayladı. "Evet... Sanırım."
Bir an sessizlik oldu, Betül ne söylemesi gerektiğini bilmiyor gibiydi. Ama sonra cesaretini toplayarak devam etti. “Biliyorsun, ara sıra yalnız takılıyorsun. Belki arada bir birlikte takılabiliriz, kötü bir fikir olmaz sanırım?”
Ali bir an duraksadı, böyle bir teklifi uzun zamandır duymamıştı. Ama aynı zamanda, içinde annesinin sert bakışlarını anımsatan bir korku hissetti. Annesinin sürekli onu eleştiren, anlamayan tavırları yüzünden, kimsenin yakınında olmaktan korkmuştu. Ya birine yakınlaşırsam ve yine yaralanırsam?
Bu düşünceleri zihninde dolanırken, bir yandan da Betül’ün ona gerçekten ilgi gösterdiğini fark etti. Belki onunla kısa bir süre de olsa konuşmak, hayatına farklı bir pencere açabilirdi. “Sanırım… olabilir,” dedi, biraz tereddütle.
Betül’ün yüzünde içten bir gülümseme belirdi. “Harika! Belki okuldan sonra bir şeyler yapabiliriz.”
Ali, içinde bir umut kıpırtısı hissetti ama aynı zamanda annesine nasıl açıklayacağını düşündü. Bu yüzden temkinli bir şekilde başını sallayarak kabul etti.
O gün okul çıkışında Betül ve Ali birlikte yürüdüler. Konuşmaları yüzeysel de olsa, Ali uzun zamandır kimseyle bu kadar rahat bir sohbet etmemişti. Ama eve yaklaştıkça içinde büyüyen huzursuzluk, ayaklarını yere mıhlamış gibiydi. Annem böyle bir şeye izin verir mi? diye düşündü.
Betül, ayrılırken ona iyi günler diledi ve ekledi: "Bak, Ali, yalnız olmak zorunda değilsin. Bunu unutma."
Ali, Betül’ün sözleri karşısında duygusal bir dalgalanma yaşadı. Belki de yalnız olmak zorunda değilim, diye düşündü. Ama bu düşünce, eve adım attığı anda kayboldu. Kapıdan girer girmez annesinin soğuk bakışlarıyla karşılaştı. Sanki tüm gün boyunca neler yaptığını biliyormuş gibi bir tavırla ona baktı.
“Bu saatte nereden geliyorsun?” dedi annesi, sesindeki öfkeyi saklamaya çalışmadan.
Ali bir an duraksadı. "Okuldan," dedi, sesi kısık ve suçlu çıkmıştı.
Annesi, ona doğru bir adım attı. “Bana yalan söyleme. Seni başka birileriyle gördüm. Ne haltlar karıştırıyorsun Ali?”
Ali’nin kalbi hızlıca çarpmaya başladı. Betül’le geçirdiği kısa zaman bile annesi için bir tehdit gibi gözüküyordu. Her şey neden böyle olmak zorunda? Annesine her şeyi açıklamak istedi ama her defasında geri adım atmak zorunda kalıyordu. Annesinin sert bakışları altında bir çocuk gibi hissetti; ne kadar büyürse büyüsün, bu gözlerin altında hep küçülecekti.
“Ben… sadece bir arkadaşımla konuştum,” diye itiraf etti. Sesindeki güçsüzlük, annesini daha da kızdırmış gibiydi.
“Bu eve böyle sorumsuzca dönemezsin! Anla bunu!” Annesinin sesi, Ali’nin kafasında yankılandı. İçinde biriken öfke, acizlikle birlikte ona derin bir yara açıyordu. Artık hiçbir şey yapamıyordu.
O gün odasına çekildiğinde, Betül’ün sözleri aklından gitmedi. Yalnız olmak zorunda değilsin. Ama içinde annesinin keskin bakışları dururken, o kelimelere inanmaktan korkuyordu.
Ali, o gece uyuyamadı. Gözlerini tavana dikip düşündü; yalnızlık mı yoksa daha fazlası mı? Belki de hayatına bir şeyler eklemenin zamanı gelmişti. Ama her adımı, her umut ışığı annesinin gölgesinde kayboluyordu.
---
Lütfen diğer kurgularıma bakmayı unutmayın lütfen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Yansımalar (Gerçek Ailem-Erkek Versiyon)
General FictionAli, yıllardır "aile" dediği şeyin aslında bir yansıma olduğunu hisseder. O güne kadar tanıdığı insanlar, kimseyi tam anlamıyla kendisine yakın hissetmemiştir. Bir gün, geçmişin kaybolan parçaları, hiç beklemediği bir şekilde önüne serilir. Gerçek a...