Biraz kısa olduğunun farkındayım ama idare edin.---
Sınıfta ağır bir sessizlik vardı. Öğretmen tahtaya bir denklem yazıyor, Ali ise bakışlarını kaleminin ucuna sabitlemişti. Zihninde geçen düşünceler, sınıfın sakinliğinden çok uzakta, kaotik bir girdaba dönüşmüştü. Geceleri onu uykusuz bırakan o karabasanlar, gündüzleri de peşini bırakmıyordu. Kalemiyle defterine rastgele çizgiler çizerken, birden bir anı zihnine hücum etti. Kısa, parçalı, ama bir o kadar da canlı bir anı: bir kadının yüzü. Yüzü bulanıktı, ama gözleri... o gözler tanıdık geliyordu. Kalemi elinden düşürdü. Sınıfta hafif bir tıkırtı yankılandı.
“Ali? İyi misin?” diye sordu sınıf arkadaşı Mehmet. Onun sessizliği fark etmişti.
“Bir şey yok,” diye mırıldandı Ali. Kendini toparlamaya çalıştı, ama kalbindeki o garip his, bir türlü geçmiyordu. Bu yüzü daha önce nerede görmüştü? Yoksa sadece zihninin ona oynadığı bir oyun muydu?
Okul çıkışında evine doğru yürürken, sokakların sıradanlığına rağmen Ali’nin içinde fırtınalar kopuyordu. Sanki her adımında bir şeylere daha yaklaşıyordu, ama neye? Uzun süredir bastırdığı bir his, derinlerde gömülü kalan bir hatıra, su yüzüne çıkmak için çırpınıyordu.
Evine girdiğinde, annesinin asık yüzü onu karşıladı. Annesinin bakışları her zaman soğuk, her zaman yargılayıcıydı. Ali’nin karnını doyurup sessizce odasına çekilmekten başka bir seçeneği yoktu.
“Bugün okulda ne yaptın?” diye sordu annesi, ama sesi sadece formalite icabı sorulmuş gibiydi.
“Hiçbir şey,” dedi Ali, masanın başına otururken. Konuşmalarının her zaman kısa, duygusuz ve yüzeysel olduğunu biliyordu. Ali’nin varlığı, evde sadece bir yük gibi hissediliyordu. Yemek boyunca masada sessizlik hâkimdi.
Gece olduğunda, odasında yalnızdı. Uykusuzluğuyla mücadele ederken eline geçen eski bir kutuyu açtı. Kutunun içinde, evde bulduğu eski fotoğraflar ve küçük eşyalar vardı. Daha önce defalarca bakmış olmasına rağmen, bu sefer farklı bir şey dikkatini çekti. Bir zarf... daha önce fark etmediği bir mektup.
Mektubu elleri titreyerek açtı. İçinde yazılanlar karmaşıktı ve anlaması zordu. Fakat bir cümle gözlerine çarptı: “Onu emanet ettiğimizde daha iyi bir hayatı olsun istemiştik.” Ali’nin içi sıkıştı. Bu sözler kime aitti? Mektup kimden gelmişti? Daha da önemlisi, kime yazılmıştı? Kendi ailesiyle ilgili hissettiği yabancılık, bu cümleyle daha da derinleşti. İçinde anlamlandıramadığı bir korku ve öfke hissi büyüyordu.
Ertesi gün, bu düşüncelerle okula gitmişti. Derse odaklanmak bir yana, öğretmenin söylediklerini bile duymuyordu. Gözleri sürekli pencereden dışarı kayıyordu. Acaba bu mektup ne anlama geliyordu? Kime yazılmıştı? Bu sorular zihnini kemirirken teneffüs zili çaldı.
Koridorda yürürken, öğretmeni Sevim Hanım onu yakaladı. “Ali, seninle konuşmam lazım,” dedi yumuşak bir sesle. Ali istemsizce gerildi, çünkü bu genelde kötü bir şeyler olacağının habercisiydi.
“Son zamanlarda derslerine odaklanmadığını fark ettim. Bir şeyler mi oluyor?” diye sordu öğretmeni.
Ali başını eğdi. “Hayır, bir şey yok,” diye cevap verdi kısık bir sesle. Kendini açmak istemiyordu, çünkü bu soruların sonu yoktu. Ama Sevim Hanım pes etmedi.
“Bak Ali, eğer bir sorun yaşıyorsan, bana söyleyebilirsin. Buradayım,” dedi. Ali, bu sözlerde bir samimiyet hissetti ama içindeki duvarları yıkmak o kadar kolay değildi. Başını sallayıp uzaklaştı. Fakat bu konuşma, içinde bir umut kırıntısı bıraktı. Belki bir gün biriyle her şeyi paylaşabilirdi.
Okuldan sonra sokaklarda dolaşırken, kendini bir kez daha sorguluyordu. O mektupta yazanlar ne anlama geliyordu? Emanet edilen kimdi? Bu düşünceler onu bir çıkmaza sürüklüyordu.
Birden eski bir kitapçı dikkatini çekti. Normalde böyle yerlere gitmezdi, ama bir şey onu oraya çekmişti. İçeri girdiğinde raflarda tozlu kitaplar arasında dolaştı. Kitapların arasında gezinirken, bir köşede eski bir fotoğraf albümü dikkatini çekti. Albüm, satılık değildi, ama içinde eski zamanlara ait görüntüler vardı.
Albümü karıştırırken bir fotoğraf gördü: tanıdık bir yüz. Gözleri büyüdü. Bu, dün gece hatırladığı yüzdü. Fotoğrafın arkasında tarih ve bir isim vardı: Ayşe Karaca – 2006. Ali’nin kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu kadın kimdi? Ve neden ona bu kadar tanıdık geliyordu?
Eve döndüğünde, albümde gördüğü yüzü ve mektubu düşünüyordu. Bu iki şeyin birbiriyle bağlantılı olduğundan emindi. O gece ilk defa bir plan yapmaya karar verdi. Bu soruların cevabını bulması gerekiyordu. Albümdeki kadını tanıyan birine ulaşabilir miydi? Ya da mektubu yazan kişiyi bulabilir miydi?
Gece boyunca bu düşüncelerle uykusuz kaldı. Ama ilk defa, kendini sadece çaresiz değil, aynı zamanda kararlı hissediyordu. Bu, geçmişine dair bir kapının aralanmasıydı.
Ali, hayatında ilk kez bir şeylerin peşine düşmeye karar vermişti. İçindeki korkuya rağmen, bu soruların cevabını bulmak zorundaydı. Ama cevabı bulduğunda, her şeyin değişeceğinin de farkındaydı. Bu, Ali’nin hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olacaktı.
---
Önceki bölümün sınırı geçilmedi ama dayanamadım. Bir kaç bölüme asıl olay başlıyor. Lütfen yorum yapmayı unutmayın.
Bölüm sınırı: 15
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Yansımalar (Gerçek Ailem-Erkek Versiyon)
General FictionAli, yıllardır "aile" dediği şeyin aslında bir yansıma olduğunu hisseder. O güne kadar tanıdığı insanlar, kimseyi tam anlamıyla kendisine yakın hissetmemiştir. Bir gün, geçmişin kaybolan parçaları, hiç beklemediği bir şekilde önüne serilir. Gerçek a...