Korkunun sardığı aciz beden sana aitse tamamiyle, vazgeç çünkü geç kaldın çok büyük ihtimalle. Ama ya savaşınca kazanıcaksan bir kuru hayalle, o zaman arkasından bakmana gerekde yok zaten bu gidişle.
Gözünde yaş kalmadığında, mürekkeplerle dost olursun değil mi zamanla. Mürekkep elinde patladığında, sandın ki sen yaşıyorsun hâlâ ve hâlâ.
Gözlerim o tanıdık simayı izledi. Taştan bir surat ve yapılı olduğu belli olan bir vücut. Benden büyük ama oldukça fazla değil, genç yaşta baba olan birisi.
Gözlerim kendisini takip ettiğinde adını yeni öğrendiğim Koralp'in yanına gitti. Hareketleri o kadar ağırdı ki adeta ben buradayım havası veriyordu.
Üstündeki kıyafetlere takıldı gözüm, oldukça temiz ve bakımlı olduğu belliydi. Zengindi, ama oğlu sokakta peçete satıyordu. Çatılan kaşlarımla ikisine bakmaya devam ettim.
"Nasıl oldu bu?" Sert ses tonu bedenimi bir kez daha ürpertti. Buz gibi bir atmosfer vardı ortamda, bunun tek sebebiyse Koralp'in babasıydı.
"K-kaza." Kekelediğinde sinirle koltuktan kalktım.
"Zaten yaralı olan bir çocuğu neden korkutuyorsunuz?" Sert sesimle bakışları bana döndü. Bakışları alev alev değildi, gerçekten buz gibiydi.
Adamı dondururdu, ama unuttuğu şey benim zaten bir yangım olduğumdu.
"Sen kendinde karışacak yetkiyi nereden buluyorsun?" Kısılan gözleriyle sorduğu soru bir an için beni afallattı.
Evet, haklıydı. Ama önümde bir çocuğun uğruyor olabileceği şiddet ihtimali vardı. Bu yüzden korkumu belli etmeden Koralp'in yanına geçtim ve babasıyla arasına girdim. Sert bakışlarım yüzünü sonra gözlerini buldu.
Yüz ifadesinin keskinliği tıpkı bir panteri hatırlatıyordu, tam ağzını açtığında içeri doktor girdi. Susarak tekrar gözlerinden buzulları akıttı.
Sonra arkasına bakmadan çıktığında doktor da arkasından iç çekerek çıktı. Buraya daha önce gelmiş miydi? Bir doktorla konuşacağını anlayıp dışarı çıkmıştı.
Hızla arkamı döndüm ve Koralp'in yanına çömelerek yüzünü avuçlarım arasına aldım.
"Lütfen şiddete uğruyorsan, seni bir şeylere zorluyorsa şimdi burada söyle. Lütfen Koralp, sana yemin ederim ki sana zarar veremez." Bana anlamsız bakışlarla baktı.
"Babam bana hiç vurmaz ki?" Soru sorarcasına söylediğinde kaşlarımı çattım.
"Ama sen..." Devam edemediğimde benim yerime konuşmaya başladı.
"Arkadaşım için peçete satıyorum, o çok hasta ama babam ona para vermeyeceğimizi söyledi. Ben o ölsün istemiyorum." Dudakları büzüldüğünde gözleri doldu.
Dedikleri karşısında şaşa kalmıştım.
"Ama bana babana benzediğimi söyledin, benden korktun." Başını hayır anlamında salladı.
"Korkmadım ki ben. Şaşırdım sadece çünkü babamda bana kızdığında senin gibi bakıyor." Ellerimle yanaklarını okşadım.
"Ben sana kızmamıştım ki."
"Ama ben gözlerindeki öfkeyi gördüm." Ağzım açıldı, ne diyeceğimi bilemedim. Ben... ona öfkelenmiş miydim?
Lanet olsun. O kadar kötü hissediyordum ki midemin bulantısı arşa çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKAL
Novela JuvenilDaha yeni yirmi dört yaşına girmiştim bir telefonla beni aradıklarında. Evet bir sokak vardı, hayır bir yol vardı. O kadar ıssız dı ki tek bir ev, tek bir ağaç, tek bir lamba yoktu. Soğuk ve yalnızdı yol. Kimsesizdi. Yolun başında kimse çıkmadığında...