Multimedya da Uzay Beyatlı var.
Zil sesi...
Sadece 5 dakika daha. Lütfen! Hâlâ çok yorgunum.
Bir kere daha zil sesi...
Kapı hâlâ açılmadığına göre annem çoktan işe gitmişti. Yani bu kapıyı açmak zorunlu olarak bana düşüyordu.
Ve bir kere daha zil sesi...
Kendimi kapıyı açıp hemen uyuyacağıma inandırarak yarı uyur, yarı ölü bir bedenle kapıya doğru yürümeye başladım. Salondan geçerken saate baktıp annemin daha yeni çıktığını fark ettim. Annem çok dakik bir insandı ve saniyelerin bile hesabını yapardı. Her sabah aynı saate çıkıp, akşam aynı saatte gelirdi. Bir dakika bile geç kalsa endişelenmem çok normal bir davranış olurdu.
Yine bir zil sesi ve bağırış "Kızım öldün mü açsana!".
Eğer bu kadar yorgun olmasam ben sana bu saatte kapıma gelmenin hesabını sormaz mıydım Uzay?
Kapıyı sertçe açıp ters ters Uzay'a baktım. Yine saçları özenle dağıtılmış gibiydi. Koyu kahve saçları olduğu için gözlerinde ki mavi çok net görünüyordu. Kendini herşeyden çok severdi. Kimseyi ve hiçbirşeyi kendinden üstün görmezdi. Kaslı ve uzun vücuduyla oldukça dikkat çekici duruyordu. Her haftayı başka bir kızla geçirirdi. Zengin bir aileye sahipti ancak övünmediği tek özellik buydu diyebilirim. Anaokulundan beri Doruk, ben ve Uzay hep aynı sınıflarda okuduk. Yani kendimi bildim bileli sürekli yanımda oldu. Yeri geldi kız arkadaşım, ailem, abim, babam yeri geldi beni benden daha iyi tanıyan tek insan oldu. Doruk'ta her daim bizim yanımızdaydı fakat Doruk daha farklıydı. O her zaman kapalı kutuydu. Söylemediği, anlatmadığı çok fazla şey yaşardı. Doruk'un da benim yanımda olmadığını hissettiğim tek bir an bile olmadı. Beni en çok mutlu eden de en çok üzen de oydu. İnişli çıkışlı ruh hâliyle beni çok yıpratmıştı. Uzay nasıl tanıdığım günden beri kardeşim olduysa Doruk'ta tanıdığım günden beri ilk aşkım hatta kendi kafamda son aşkım olmuştu. Beni nasıl bir cümlesiyle göklere çıkarıyorsa, tek bir hareketiyle yerin dibinde sokuyordu.
"Bebeğim!" derken tek eliyle güneş gözlüğünü çıkardı. Eğer fantastik bir filmin içinde olsak gözlerinden Kurtboğan otu falan fırlatacaktı. Sanki kurtadam var karşısında. O nasıl bir bakıştır kardeşim?
"Söyle Uzay." dedim hâlâ yarım açabildiğim gözlerimle. Görebildiğim kadarıyla kaslarını göstermek amacıyla koltuk altları çok açık olan bir atlet giymişti. Altına da kısa bir kot şort geçirmişti. Açık renk kotu ve kırmızı renk atleti gerçekten onu çok havalı göstermişti. Altına giydiği siyah ayakkabıları, siyah gözlüğü ve tişörttünün üzerinde ki siyah şekiller birbirini tamamlamıştı.
"Yok..." dedi. Kendi kafasında kurdukarını reddetmiş şimdi başka birşey düşünüyordu. "Bu böyle olmayacak." dediği gibi beni sırtına alıp yürümeye başladı. O kadar yorgundum ki o sırada bile uyumayı düşündüm bir saniyeliğine. Daha sonra rahatsız bir pozisyon olduğuna karar verince kendimi hiç yormadan -çığlık atıp, beni indirmesini söylemek kesinlikle seçeneklerim arasında değildi- "Ee nereye gidiyoruz Uzay'cığım?" dedim.
O sırada beni banyoya sokunca dün akşam yüzümü temizlemek için çıkardığım ancak yorgunluğuma yenik düşüp kullanmadığım temizleme mendili ve makyaj temizleme suyunu gördüm. Aynaya bakmadan Uzay'a döndüm. "Doğru söyle, çok mu korkunç? Aynaya baksam korkar mıyım?" diye sorularımı yöneltince Uzay keyifli bir kahkaha attı. Çok nadir makyaj yapardım ve silmeden uyuduğum için sabah kendimden korktuğum bir manzarayla karşılaşırdım. "En iyisi sen otur buraya." dedikten sonra beni klozete oturttu. Mendili, temizleme suyuyla ıslatıp yüzmü temizledi. Bir iş yaparken çok ciddi davranıyordu, kaşlarını çatıp gözlerini hafifçe kısardı. Bence çok komik görünüyordu fakat kızlar bu yüz ifadesine ölüp biterdi. Ders çalışırken de böyle yapardı. Eğer bir magazin sayfasında yazılacak olsa kesinlikle 'Genç kızların sevgilisi Uzay Beyatlı bu sabah erken saatlerde, Fizik laboratuvarında yeni projesiyle uğraşırken görüntülendi. Kızların sabırsızlıkla beklediği görüntüler 12. sayfa da.' diyerek özetlenirdi ve bu magazin dergisi çok satardı. Uzay'ı bildim bileli okul birincisi olmuştu. Her başarılı projede adı geçer, elinden her iş gelirdi. Fen ve matematik de ki başarısını edebiyatda da göstermişti. Hatta geçen yıllarda tiyatro ve müzik dallarında okulumuzu birinciliğe götüren isim olmuştu. Basketbol aşkı onda çok küçüklüklerden gelmişti. Başarısını çöpleri çöp kutusuna atarken keşfetmişti. Ne kadar komik olsa da basketbolda kaptan olup büyük başarılar göstermiş ve bize bunu kanıtlamıştı. Her yerde bu başarıyı gösterdiği için annesi ve babası onu zorla özel okula göndermekten vazgeçmiş ve gelen teklifleri reddetmişti. Zaten teklife ihtiyaç duymayacak kadar da zenginlerdi. Mükemmel kelimesinin beden bulmuş haliydi diyebilirim. Bu kadar yakışıklı olup hem derslerinde bu kadar başarılı hemde sosyal hayatı bu kadar dolu olan başka insan var mıdır bilemiyorum. İşini bitirdikten sonra mendili çöpe attı ve küvetin musluğunu açıp suyu ayarladı. Su dolarken bir yandan da beni rahatlatacak bir kaç tuzu ve temizleyecek banyo köpüğünü küvete attı. Havlu dolabından bornoz ve saç havlumu çıkarıp küvetin yanında ki askıya astı. Küvet dolunca musluğunu kapattı ve uzun bir sessizlikten sonra ilk konuşan o oldu "Sen suyla biraz kendine gelirken ben giyecek bir kaç parça kıyafet ve iç çamaşırı ayarlarım sana." deyip gülümsedi.Yorgunlukla başımı onaylarcasına sallayıp bende gülümsedim. "Sonra da birlikte ağaç eve gideriz. Ne dersin? Ne zamandır gitmiyorduk." dedi. Bir an duraksadım. O ağaç evini ne kadar eğlenerek yaptığımızı hatırladım. Sonra da o ağaç evinde güzel anılardan çok kötü anılarım olduğu tekrar hafızamda canlandı. Lisenin ilk yılı yapmıştık. Üçümüz sürekli oraya giderdik. Kimi zaman eğlenecek birşeyler bulur kimi zaman dertleşirdik.