Karanlık yollarda ilerleyen insanlarız biz , boşuna cebelleşmemek lazım ve aramaktan vazgeçmek lazım aydınlığı, bilesiniz ki gelmeyecek o aydınlık yol ve biz o ışığı hiç görmeyeceğiz.
Kandaras,
Kentin hiç iç açıcı bir isminin olmaması buradaki yaşayan insanlardan mı, yaşanan onca kaostan mı , yoksa öldürülen onca insanın acı çeken ruhlarının bizzat kendi gazabından mı bilinmez ama
" Kandaras " gerçekten bana sadece korkuyu, gazabı , ölümü ve acıyı hatırlatıyor.
Etrafı dağlarla kaplı, yanındaki en yakın bir başka yerleşim alanına bile, olabildiğince uzak, havasını mı suyundan almış, suyunu mu havasından kapmış bilinmeyen, havası da suyu gibi kara bir kent burası.
İnsanları , 'bir araya gelip , anlaşarak mı böyle bir türlü renkli elbiseler giymez?' sorusu hep aklımı kurcalardı çocukluğumda ve bunun bende bir iz olarak kalacağını, rüyalarımda gördüğüm insanların buradaki insanlar gibi giyinmesinden anladım. Siyah dışında giyinen insanların da olabileceğini, bu kente gelen tüccarlardan anladım. Gerçi onlar da hastalıktan sonra Kandaras'a uğramaz oldular. Hatta buraya zoraki yolu düşmüş herkesin bilincinde aynı sebep vardı.
Hastalık tanrı tarafından gönderilmiş bir gazaptı buradaki insanlara.Bizi sevmemelerinin sebebi, bizim hiç kimseyi sevmememizdendi. Biz de zaten sevgi gibi bir olayın var olduğunu, Kandaras'ı terk edip gittikten yıllar sonra, hiç tanımadığımız ve hiç tanımayacağımız insanların bakışlarından anlayacaktık.Tehar, Kandaras'ın en ücra kasabalarından birine gitmek üzere, 93 model Dodge kamyonetine bindi. Kamyonetin iç lambalarını yaktı ve torpido gözünde bulunan silahını kontrol etti. Aklından geçen tek şey,Kandaras'ın karanlık yollarında başına gelecek felaketleri silahıyla defedip edemeyeceğiydi. Remada kasabasından gece yarısı aniden gelen telefon, Tehar'ı olabildiğince sarsmıştı. Ellerinin titremesine sebep olan haber, bir cenaze haberiydi. Bu aniden gelen ölüm haberinin sorumluluğu, şuan Kandaras'taki ailesinin geriye kalan tek ferdi olarak onun omuzlarındaydı. Tehar bu haber üzerine, kent merkezine bir saat uzaklıktaki Remada kasabasına gitmek üzere yola koyuldu. Ardında bıraltığı kentin ışıklarına dikiz aynasından sürekli bakıyordu. Bir gözü yolda, bir gözü gittikçe ondan uzaklaşan Kandaras'taydı. Kentin çıkışında bulunan Lusya dağının eteklerine yaslanmış olan virajdan sola saptı. Bu onun Kandaras'ın ışıklarını dikiz aynasından gördüğü son andı. O ana kadar titreyen ellerinin farkında değildi. Direksiyonu kavrayamayacak kadar titreyen ellerini fark edince, sigara yakmaya karar verdi. Bu onun için bir nevi rahatlama bahanesiydi. Sigarasını yaktıktan sonra ileride duran askeri kontrol noktasına doğru yaklaştığını fark etti. Ruhsatı olmayan silahını torpido gözünden çıkarıp, koltuğun altındaki yırtıktan içeri soktu. Kamyonetinin farlarını söndürdü ve iç lambasını yaktı. İndirdiği camdan esen rüzgar, sigarasının küllerini yan koltuğa fırlatıyordu ve bu onu oldukça rahatsız ediyordu. Bir müddet sonra askeri kontrol noktadasında duran Tehar, yanına yaklaşan askeri bekledi. Uzun boylu,kalıplı,keskin yüz hatlarına sahip bir rütbeliyle birlikte gelen ,sıska adeta kemikleri derisine yapışan diğer bir askeri, kamyonete yaklaşana kadar fark etmemişti bile. Kandaras'ta halk askerlerden çekinir ve onlara karşı sürekli mesafeli yaklaşırlardı. Askerlerin de halkla aynı duyguları beslediği aşikardı. Hatta askerler'in halka karşı olan bakışı,sürekli bir şüphe üzerine kuruluydu. Askerler için her Kandaras'lı ya bir suçlu ya da 'olası bir suça meyilli' kimselerdi. Rütbeli olanı kamyonetin penceresinden başını hafifçe içeri sokarak, "Nereye gidiyorsun bu saatte, tüccar mısın,yoksa Kandaras'lı mı ? diye sordu. Tehar'ı tedirgin eden şey silahıydı. Ya kamyoneti ararlarsa, ya silahı bulurlarsa? Tehar'ın kalp atışları o kadar hızlı atıyordu ki, bu tedirginliğin her an rütbeli tarafından fark edilebileceğinden doğan korkusu, çok açık yüzünden okunuyordu. "Şey... Ben Kandaras'lıyım. Remada'ya gidiyorum efendim. Katılmam gereken bir cenaze var." dedi. Rütbeli yanındaki sıskaya dönerek, ''Kamyonetin arkasına bak.Yasal olmayan bir şey var mı?" diye emretti. Sıska olanı el fenerini açıp, önce arka camlardan kamyonetin içerisine bir müddet baktı. Kamyonetin kasasına doğru yönelerek, arka tekerleklere basıp, kamyonetin kasasını görebilecek bir hizaya gelip, el fenerini kamyonetin kasasına doğru tuttu. Rütbeliye dönerek, "Efendim kamyonet temiz." dedi. Rütbelinin Tehar'a, epey uzun ve bir o kadar da sert bakışlarından sonra, kontrol noktasının hemen çıkışındaki yere serilen çivili bariyeller, verilen emirle birlikte iki asker tarafından kaldırıldı.
Kontrol noktasını sorunsuz bir şekilde geçen Tehar, Remada kasabasına gitmek için ikiye ayrılan yoldan sola saptı. Bu yola girmesiyle, ona yolculuk boyunca eşlik edecek olan sisi görmesi bir oldu. Görüş mesafesi, bu sis bulutuyla kaplı yolda, iki-üç metreye kadar düşmüştü. Aniden bir felaketi görmekle, o felaketin içine birden düşmek bir olacaktı. Geri dönüşü, kaçıp kurtulması imkansız bir yola girmişti artık. Silahı geldi aklına, koltuğun altındaki yırtıktan elini içeri soktu,koltuğun içindeki süngerin sıcaklığını, silahının dış yüzeyinin serinliği unutturdu ellerine ve silahını alıp yan koltuğa bıraktı, serinliği hisseden elleriyle. Bir sigara daha yaktı ve kendine en yakın camı indirdi. Duyduğu tek şey, koca kamyonetin motor sesi ve yanında ona eşlik eden Paza nehriydi. Bu hiç güvenilir olmayan yolda, ona eşlik eden sis bulutlarına yenik düşüp, Paza nehrine uçması, içten bile değildi. Hızını azaltmaya karar verdi ve ayağını gazdan hafifçe çekerken, ileride öylece yolun kenarında duran adama ilişti gözleri. Bir an ürperdi. 'Bu ıssız ve karanlık yolda, yalnız başına bir adam bu saatte ne arar ki burada?' diye düşünmeye başladı.
Adamın yanından geçerken, adama doğru baktı. Bir,iki saniye göz göze gelmeleri bile, Tehar'ın korkusunu katlamaya yetti. Birden gazı kökledi ve adamdan olabildiğince uzaklaştığını anlayana dek gazdan ayağını hiç çekmedi. Dua edip duruyordu tanrıya, başına bir bela almasın diye.Farkındaydı elbet bir sonraki kontrol noktasına kadar güvenliğinden sadece onun sorumlu olduğu ve iki kontrol noktası arasındaki hiçbir olaydan kimse sorumlu tutulmadan, olay hiç hatırlanmadan unutulup gidilecekti ve Tehar en azından şimdilik öylece unutulup gitme taraftarı değildi.Yol karanlığa saplandıkça, yol ilerledikçe, daha bir ıssız hale geldikçe yol, Tehar'ın da duaları paralel bir şekilde artıyordu. Bu korku dolu bir saatten biraz daha fazla olan yolculuğu, Remada tabelasını görene kadar devam etti. Ana yoldan sağa saptı ve Remada tabelasının üzerinde bulunduğu köprüden geçti. Kasabaya artık beş dakika uzaklıktaydı. Güneş yavaş yavaş doğmaya başlarken, tan vaktine hükmeden kara bulutlar, güneşe asla yenilmeyecekmiş gibi oldukları yerde durmaya devam ediyorlardı. Aradığı evi bulmuştu Tehar ve kamyonetiyle eve doğru yanaştı.Ardından kamyoneti evin sınırlarına dahil olan ve eve yaklaşık olarak elli metre uzakta bulunan ahırın önüne çekti. Çimenli yoldan evin merdivenlerine doğru yöneldi ve zile basıp hemen ardından dudaklarında son demlerini yaşayan sigarasını ayaklarının dibine doğru attı.Ayağıyla izmariti ezip söndürdü.Bir müddet bekledikten sonra, kapıyı açan Beraris'ti. Tehar sigarasını attı ve içeri girdi. İkisinin de içinden sarılmak geçiyordu, belki bir merhaba için belki de destek çıkma adına bir yas selamı için, ki 'bu destek olma ifadesi' ikisi için de çok anlamlı olacaktı ama ikisi de oralı olmadı. Beraris başını selam verircesine, ağır bir ifadeyle salladı. Tehar, merhaba, dedi. Beraris'in merhabasını, anca onu geçip, içeri geçmek için yaptığı hamle esnasında duydu. Beraris'in mi dünyasınında artık zaman ağır ilerliyordu, yoksa Tehar başına gelecek felaketlerin acısını hafifletmek için mi zamanı hızlı yaşıyordu bilinmez. Tehar salona doğru yöneldi. Boylu boyunca uzanan ve beyaz bir örtüyle kaplı cenazeyi gördü. Bu onu epey ürpertti. Hissettiklerini belli etmeden koltuğa oturdu ve ondan hemen sonra, yerde oturmuş bulunan Beraris'le göz göze geldi.Başımız sağ olsun , dedi. Beraris, cevap bile veremeden ağlamaya başladı. Bu ağlama Tehar'ı o kadar etkiledi ki, yanına geçip, ona sarılmamak için tüm hücrelerine yalvarıyordu adeta. Bu gayet normal olan durum, Kandaras'ta daha önce hiçbir cenazede yaşanmadığı için, Tehar bunu asla yapamayacaktı. Beraris göz yaşlarını silip Tehar'a döndü. "Sağ ol... Seni bekliyorduk defnetmek için, bir kaç saat sonra babam toprağın altında olacak. Rulin'de tabut almak için kasaba merkezine indi. Artık ben ve Rulin tekiz. Ya sen... Sen bizimle misin ? Babamın kanı yerde kalmayacak değil mi ? dedi." Tehar Beraris'ten iki yaş büyüktü. Beraris, alımlı orta boylu,güzel bir fiziğe sahip, genç bir kızdı. Tehar, cenazemizi defnettikten sonra konuşuruz bunları, sırası değil şimdi,dedi. On dakika boyunca, yerde yatan ölüye baktı Tehar. Bu yerde yatan ve muhtemelen dokuz-on saat önce ölmüş olan bu adam,zamanında gönlünü Remada'lı bir tüccarın kızına kaptırmıştı. Onun peşine takılıp, Kandaras'tan ayrılıp buralara gelmiş ve evlenmişti. Burada kurduğu motor tamir atölyesinde geçimini sağlıyordu. Peşinden geldiği kadın, ikinci çocuğu Rulin doğduktan sonra ölmüştü.Tehar bu adama kendini bildi bileli acımıştır. Şuan karşısında yerde uzanan cenaze, en acınacak haldeydi Tehar için. Sırtından aldığı bıçak darbeleriyle ölmüştü bu adam. Kapı çaldı, gelen Rulin'di. Bulundukları odanın girişinde öylece durdu ilkin. Bir gözü yerde yatan babasında, bir gözü Tehar'da ve bu göz hareketini bir kaç kez tekrarladı, devamında Tehar'a doğru ağır adımlarla yöneldi, epey soğuk bir selamlaşmadan sonra, yanına oturdu . Gözlerini babasının yerdeki bedenine dikti ve sonunda konuşmaya başladı. "Tehar gelmeni ben istedim çünkü seninle babamı defnettikten sonra ufak bir işimiz olacak, onu halledeceğiz. Bu arada da kız kardeşim bizim için önemli olan eşyalarımızı kamyonetin kasasına yerleştirecek. Ardından biz seninle Kandaras'a geleceğiz. Yapacağımız işten sonra, fark edilirsek eğer, yaşadığımız bu evi yakarlar. Zaten artık pek de önemli değil. "Tehar, yanında duran bu adama uzun uzadıya baktı. Ondan uzun, ondan kalıplı ve ondan cesur duruyordu bu adam. "Şuan ilk işimizi halledelim sonrasını konuşuruz" Dedi Tehar ve işe koyuldu. Rulin ile birlikte tabutu salona aldılar ve ölüyü soğuk kanlılıkla tabuta yerleştirdiler. Rulin'in iki arkadaşıyla birlikte tabutu omuzlarına alıp, kasaba mezarlığına doğru yola çıktılar. Arkalarından gelen Beraris, evden mezarlığa kadar durmadan ağladı ve bu ses içten içe Tehar'ı kahrediyordu. Önceden kazılan mezara tabut bırakıldı ve üzerine toprak atıldı. Hayvanlar zarar vermesin diye, irice taşlarla mezarın etrafı çepe çevre sarıldı. Cenazeye dua eden tek kişi Beraris'ti. Tehar ve Rulin, diğer iki kişiye yardımlarından dolayı teşekkür ettikten sonra eve doğru yola koyuldular. Arkalarından gelen Beraris halâ ağlıyordu. Tehar, içten içe hala kahrolmaya devam ediyordu. Rulin, Tehar'a döndü ve, " Artık intikam vakti." Dedi. Tehar arkasına baktı ve Beraris'le göz göze geldi. Asla kabul etmek istemediği bu olayı kabul etmek zorunda kaldı. "Her şey hazır mı?"Dedi Tehar. Başını onaylarcasına salladı Rulin. Park halindeki araca bindiler.Rulin önde,Tehar yan koltukta,Beraris ise arka koltuktaydı. Aracın içinde pür dikkat kesilen iki çift göz Rulin'in üzerindeydi ve ne söyleyecek diye onun konuşmasını bekliyorlardı. Direksiyonu sımsıkı kavradı Rulin, o kadar sıktı ki direksiyonu, deri içten içe büzüştü. Dikiz aynasından Beraris'e bakıp, " Merak etme kardeşim bu gece hepsi ölecek." Dedi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANDARAS
Mystery / ThrillerKaranlık Yolların Efendileri Kandaras; Teharın gördüğü bir rüya mı ? Hem insan hiçbir zaman rüyanın başlangıcını hatırlamaz sadece olay kısmını bilir. Kandaras da böyle değil mi ? Gözünüzü sayfalara diktiğinizde, gözünüze tutulan bir elfeneri misali...