Tüm zemin yemyeşil çimenle kaplıydı ve hava biraz daha aydınlıkken tekrar görmek isteyeceğim türdendi. Gökyüzü güneşe veda etmeye başlamış, bir başka geceye merhaba demek istiyordu. Kafes'in çıt çıkmayan bahçesindeki sessizliği rüzgar, ağaçların yapraklarını birbirine dokundurarak bozuyordu.
Dilek Gölü olduğunu tahmin ettiğim su birikintisine ulaştığımda sadece bir nehrin ufak ve oval şeklindeki bitimini gördüm. Soluma baktığımda uzun bir şerit şeklinde suyun devam ettiğini görünce, ileride daha büyük bir birikintinin olabileceğini tahmin ettim ve o tarafa yöneldim. Suyun sesi o yöne doğru yürümeye devam ettikçe daha da artıyor ve beni çağırıyordu.
Ağaçların sıklaşması ve yükselmesiyle birlikte hemen sol tarafımın Gölge Ormanı olduğunu anladım. Sağımda kalan nehri takip etmeye devam ettiğim sürece ormanın ortasına girmemiş olacaktım. İtiraf etmeliydim ki buradan bile korkutucu gözüküyordu.
Genişliği gittikçe artan nehri yaklaşık on dakika kadar takip ettikten sonra üstünde yüzen kuğu ve ördeklere bakmayı bırakıp, büyük bir kayanın sahip olduğu yükseklikten aşağı doğru nazikçe akan şelaleyi gördüm.
''Vay canına.''
Büyük kayanın çıkıntılarıyla şekillenen şelale, parça parça, bazı yerlerde nazik, bazı yerlerde çok az daha hızlı akıyordu ve en sonunda sular gölle birleşiyordu. Gölün bu kısmını çevreleyen ağaçlar, Gölge Ormanı'nın korkutucu olmayan tek ağaçlarıydı fakat o kadar çok ağaç vardı ki göl, yansımadan dolayı koyu yeşil gibi gözüküyordu.
Ayakkabılarımı ve kıyafetimi çıkarttım. Burada yalnız olduğumdan emindim ama her türlü ihtimale karşılık, iç çamaşırlarımı çıkartmadım. Göle adımımı attım. Suda yürümeye devam ettim. Ayak bileklerimin biraz daha üstüne ulaştığında durdum ve suyun üstünde, bacaklarımın arasında gezen, parlak ve masmavi yusufçuk böceğini izledim. Çok güzeldi. Bu göl ve bu yusufçuk böceği, buraya geldiğimden beri gördüğüm en güzel şeylerdi.
Ayaklarıma değip kaçan küçük balıkları kırmadım ve ilerlemeye devam ettim. Yabancı bir suya girerken böyle düşüncesiz hareket etmek kesinlikle tehlike yaratırdı, bunun farkındaydım ama düşünmem gereken şeyler vardı.
Gölün tam ortasına gelince yavaşça bir tur kendi etrafımda yüzerek çevreme baktım.
Burası yeni cennetimdi.
En sevdiğim rengi artık koyu yeşil olarak değiştiriyordum. Nefes aldım ve suyun ne kadar derin olduğunu hissetmek üzere gözlerimi kapatarak kendimi suyun derinliklerine bıraktım. Eski evimdeki havuzda yaptığım gibi suyun kaldırma kuvvetini vücuduma ve suya unutturdum, böylece çaba sarf etmeden dipteki yosunlara ulaştım. Onlarla tanıştım ve bana oturacak rahat bir koltuklarmışçasına davrandılar.
Belirli bir süre bu yabancı suyun sıcaklığına, tadına, vücudumda bıraktığı hisse kendimi verdim ve alıştım.Bir tek akıntısının düzensiz oluşuna alışmam zaman almıştı. Artık birbirimizi tanıyorduk. Ben ona tüm moleküllerine tenimde dolaşma izni verirsen, suysa beni cömert bir ev sahibi gibi ağırlıyordu. Bir ihtiyacımın olup olmadığını soruyor, diğer canlılardan rahatsız olup olmadığımı öğrenmeye çalışıyordu.
Küçük balıklar, korkak ve bebek vücutlarıyla bana bir yaklaşıp bir benden uzaklaşırken, anneleriyse onlara korkacak bir şey olmadığını benim bacaklarımın üstünde dinlenerek gösteriyorlardı. Kaplumbağalar benden ilgi bekliyorlardı ama maalesef kafam çok doluydu. Buraya kendim için gelmiştim.
Bir süre sadece öylesine orada durdum. Oturdum, dinlendim, yattım. Kaç saniye, dakika geçmişti bilmiyordum ve umrumda da değildi.
Ölme ihtimalim vardı. Eğer vücudum, verilen eğitimi, yani programı kaldıramazsa ölecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Element
FantasyGerçek ailemi hiç tanımadım. Ben doğduktan kısa bir süre sonra beni bir yurda bırakmışlar. Ne bir not,ne bir iz. Sosyal hizmetler beni bir koruyucu aileden diğerine vermeye başlayalı on yedi yıl oldu. On altı yaşımı doldurduğum günün gecesi serinlem...