Geriye kalan tüm bölümleriyle bütünlüğünü koruyan Kafes, kütüphane için istisna yapmışa benziyordu. Saydığım kadarıyla beş kata sahip yuvarlak binanın dışı krem rengi mermerlere bezenmiş figür ve işçilikle süslüydü. İçine girmeden önce etrafında bir tam tur atmak istedim ama yuvarlağın çapı fazla geniş olmalıydı ki bu; başlı başına ayrı bir tur demekti. Açlıktan artık guruldamaya başlamış karnıma uyup merakımı başka bir güne bırakmaya karar verdim.
Ortadaki geniş boşluğu çevreleyen raflar duvarları oluşturuyorlardı. Beş kat yukarıya yükseldikleri gibi aşağıya doğru da bir o kadar uzanıyorlardı. İstenilen kitaba bu yükseklikte ve olmayan katlarda nasıl ulaşıldığını merak ederken biri bana seslendi.
"Hangi kitabı arıyorsun?"
Tüm gününü danışma tarzındaki masasının arkasında oturup kitap okumakla geçirdiğini tahmin ettiğim orta yaşlı, gözlüklü, bana babam Jonathan'ı hatırlatan adama yaklaştım.
"Bu seferlik kitap değil, arkadaşımı arıyorum,"diyerek gülümsedim.
"Fısıldamana gerek yok. Bir kattaki ses diğerlerine gitmiyor."
Kafes'in sırlarına alışabilmek zamanımı alacak gibi gözüküyordu. Masanın arkasında kalan boşluğa bakmak üzere kenara yaklaştım. Kahverengi ahşapla ötesine geçilmemesi gereken sınırın belirtildiği noktadan en ufak bir sakarlığımda düşüp birkaç kemiğimi kırabileceğimi düşündüm. Hatta çok daha fazlası bile başıma gelebilirdi.
Eğer Kafes'teki her şey bana fazla gelirse ve intihar etmek istersem, buraya gelip kendimi öylesine aşağıya bırakabileceğimi bir yere not ettim.
Anlık bir boşluğumla arkama dönüp "Denesem kızar mısınız?" diye sordum.
Adam kahkaha attı. "Gözüm pek iyi görmüyor. Biraz yaklaş bakayım."
Garipsemiş olsam da üç adım atarak üzerinde altı boş kahve bardağı, sayısız müsvette kağıt ve üst üste dizilmiş pek çok kitabın bulunduğu masaya yaklaştım.
"Su demek... İlginç."
"Neden ilginç olsun ki?"
"Hava kadar olmasa da uysallığınızla bilinirsiniz. Bir Su üyesi gelip kütüphanemdeki ses yalıtımını bağırarak test etmek istiyor! Hahahaha! Yüz yetmiş iki yıllık hayatımda böyle bir şey görmedim ben."
Yüz yetmiş iki mi? Adamın en fazla elli yaşında gözüktüğüne yemin edebilirdim.
"Yani arkadaşıma seslenebilir miyim? Gerçekten duyup duymayacağını görmek için?"
Kütüphane görevlisi az öncekinden daha da büyük bir kahkahaya boğuldu. Karşısında ifademi değiştirmeden durduğumu görünce gülüşünü yarıda kesti ve gözlüğünü düzeltti. "Sen ciddisin..."
Çite yaklaşıp aşağıdaki koltuklara göz gezdirdim. Tekli ve ikili olmak üzere karşılıklı gruplar halinde dizilmiş kahverengi, deri koltuklar; her dörtlü koltuğun iki yanına konumlandırılmış çalışma masalarıyla bölümlere ayrılmışlardı. Beyaz kıyafetlerinden gördüğüm kadarıyla birkaç eğitimci aynı masayı paylaşıp bir şey konuşuyor gibiydiler. Benim gibi siyah kıyafetli üyelerse karışık halde koltuklara dağılmışlardı. Bu devasa kütüphanenin yalnızca yedi-sekiz kişiyi misafir ediyor olması beni rahatsız etti. Tamam, günlerimi geçirip buradan çıkmazdım demiyorum ama yine de spor salonunda voleybol oynayanların arada sırada buraya geldiklerini düşünmek isterdim.
Gözlerim en sol ve ilerideki dörtlü koltuğun teklisinde oturan Faith'le buluştuğunda onu saçlarını topladığı at kuyruğundan bu kadar kolay tanıyabilmiş olmama şaşırmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Element
FantasyGerçek ailemi hiç tanımadım. Ben doğduktan kısa bir süre sonra beni bir yurda bırakmışlar. Ne bir not,ne bir iz. Sosyal hizmetler beni bir koruyucu aileden diğerine vermeye başlayalı on yedi yıl oldu. On altı yaşımı doldurduğum günün gecesi serinlem...