6. Bölüm - Ölümün Sessizliği
Israrla çalan telefonumu bir gözüm kapalıyken bulmaya çalışmam hiç akıllıca değildi ama uyandığı ilk dakikalarda bile capcanlı olan birini tanımıyordum. Ellerimle yatağın içinde telefonu bulduğumda, arayana bakmak için gözlerimi kısmam gerekti. Loş ışıkta bu kadar parlak bir şeye bakmaktan nefret ediyordum!
Bilmediğim bir numaraydı ve gecenin bu saatinde arayan biri, bir sapıktan başkası olamazdı. Oflayarak telefonun sesini kapattım ve tekrar uykuma döndüm. Buna izin vermeyerek, tekrar ve tekrar çalan telefonu pencereden fırlatmamak için kendime hakim oldum ve pes ederek cevapladım.
"Alo? Bu saatte rahatsız edilmem konusunda mantıklı bir açıklaman yoksa, kapatıyorum!" dedim dinçlikten uzak bir sesle, telefonun ucundakinin kim olduğunu umursamadan.
"Saat sabahın sekizi oldu. Pek de erken sayılmazmış, değil mi?"
Uyuşuk hareketlerle yataktan kalktım ve kapalı perdeyi aralayarak havaya baktım. Dünkü güneşin aksine bugün havada kara bulutlar hakimdi. Aydınlığı engelleyen ve henüz gece olduğunu sanmama neden olan da buydu.
"Ceyhun?" diye seslendim telefonun ucuna. "Evimin bir köşesinde saklanıp beni izlediğini sanıyordum," diye dalga geçtim. Hangi zaman aralığında bu kadar samimi olmuştuk? "Ne diyorsun, söyle?"
"Uykudan yeni uyanmana rağmen komiksin," dedi gülerek. "Bana alışman gerektiğini biliyorsun. Bu yüzden de biraz vakit geçirelim, diyorum."
"Bir sakıncası yoksa biraz daha uyusam?" dedim alaycı bir ses tonuyla. Sessiz kaldı. Cevap vermemesinin nedeni, bir süre sonra kabul edeceğimi tahmin ettiğindendi. "İyi günler." Tahminlerini boşa çıkararak telefonu yüzüne kapattım.
Yatağa uzandım ve bir süre tavana baktım. Gözlerim avizeye kaydı, oradan da az önce perdesini araladığım pencereye. Bulutlu havaları nedensizce severdim.
Az önceki uykumun yok olduğunu fark ettim ve aşağıya inmek için hazırlık yaptım. Yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım, saçlarımı tarayıp salaş bir at kuyruğu yaptım, hafif makyaj yaptım, üzerime boyfriend bir kotla, beyaz bir tişört giydim, telefonumu aldım ve hafif dozda parfüm sıkıp odadan çıktım.
Haftasonu. Hava kapalı. Sabahın erken saatleri.
Böyle bir günde ne yapılırdı? Bir kahve. Ve bir de kitap.
Ama henüz kahvaltı bile etmemiştim. Tahta döşemeli mevdivenden inmeden hemen önce, Koray'ın odasının kapısına baktım. Hafif aralıktı ve çoktan düzeltilmiş yatağını görebiliyordum. Aşağı indiğimde bir komedi programının açık olduğu televizyonun karşısındaki kanepede uzandığını gördüm.
Mutfaktan halamın sesi geliyordu, büyük ihtimalle enişteme bir şey anlatıyordu. Ayaklarımı parkede sürüye sürüye Koray'ın yanına vardım. Beni gördüğünde, pozisyonunu bozmadan, "Günaydın," dedi. Aynı şekilde cevap verdim.
Halam yüksek sesle bizi çağırdığında ikimiz de ayağa kalkıp mutfağa ilerledik. Kahvaltı hazırdı. Masaya yerleşirken, zeytinin birini ağzıma attım.
"Bu Elvan'ın ev işinden anladığı bir şey var mı acaba?" diye bir soru yöneltti Koray, gülerek. Ciddi görünmüyordu ama mahcup olmuştum.
Bu zamana kadar, değil bu eve, kendime bile bir faydam olmamıştı ki. Bir sabah bile kalkıp, kahvaltıyı hazırlayıp, aile üyelerini uyandırıp, onları hazır bir sofraya davet etmemiştim. Yaptığım tek şey, halamın hazırladığı yemeklerin, tabak, kaşık ve çatalların masaya taşınmasına yardım etmek olmuştu ki bunu Koray da yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maskenin Arkası #Wattys2015
Aventuraİki kelime bir insana ne kadar çok şey ifade edebilir? Dolaplara kazınmış bir 'Baba' kelimesi bir çocuğun hayal dünyasını ne kadar etkileyebilir? Ya da buğulu bir cama minik parmaklarla yazılmış bir 'Anne' kelimesi bir miniği ne kadar hüzne boğabili...