Kapının önüne geldiğimde yan tarafında bilgisayar yazısıyla yazılmış '' Müdür: Uğur Yılmaz'' yazan küçük tabelayla belli bir müddet bakıştım. Dışımdan '' Seni siyahla yazmalılarmış.'' dedikten sonra üzerimi düzeltip kapıyı tıklattım.
Buraya ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum da... Her şey daha çok yeniydi. Dosyamı yayınevine sunacak ve yapabileceğim sınırlı şeyi yaparak bekleyecektim. Yanımda neden Nil'i getirdim onu da bilmiyorum. Sürekli bir itekleme peşinde olup beni sinir ediyordu. Tıklamaktan vazgeçecekken bunu imkansız kıldı. Benim yerime hüküm verip tıkladıktan sonra klasik '' Gir'' sesini bile beklemeden resmen beni içeriye fırlattı. Bunun devamıysa tamamen mecburiyetten oldu. Şimdi girip de ben vazgeçtim çıkacağım diyemem yani. Bu sebeple ilk önce düşmekten kurtulmuş, sonra da dosyamı o zamanlar tanımadığım Uğur amcaya uzatmıştım. Uzatırken bir yandan da evde yeterli gelen fakat şu an saçma bulduğum yazılarım hakkında ne düşüneceğini merak ediyordum.
O kadar heyecanlanmıştım ki '' Biz, değerlendirdiğimiz zaman sizi arayacağız. Şuraya telefon numaranızı alabilir miyim? '' diyen müdüre lafını tekrarlatmak zorunda kalmıştım. Benim yerimde olsanız çoğunuzun da bu durumda olacağını tahmin ediyorum. Düşünsenize bir sürü yayın eviyle görüşüyorsunuz fakat hepsi yaşınızın küçük olduğunu veya sizinle çalışamayacağını söylüyor. Buna rağmen tam gaz devam ederek bütün yayın evlerini araştıran arkadaşınız sizi oradan oraya sürüklemekten vazgeçmiyor.
Böyle bir durumda yani günde iki, üç yayınevi gezip hepsinden olumsuz yanıt alınca haliyle insan bir süre sonra çabalamak istemiyor. Her seferinde bu son olacak diyerek geldiğiniz yayınevinin sonuncusundan olumlu olmasa da bir cevap alıyorsunuz. Şimdi siz söyleyin böyle bir durumda sönmemek için direnen umutlarınız canlandığında heyecandan elinizin ayağınıza dolanması sizce de normal değil mi?
O bir hafta ölüm gibi geçmişti. Ömrümden ömür gitti valla! Sonra ne olmuştu? Sonra... sonra kabul edildim işte. Nil bunu öğrenir öğrenmez Başak'ı arayıp epey bir nispet yapmış. Her ne kadar engellemeye çalışsam da karşısına geçip göbek atmıştı. Bir de üzerine atılan kötü kahkası. Çatlak kız! Başak demişken onun da payı büyük. Nil'den sonra en büyük gazı verip iddialaşan da oydu. Unutmayalım şimdi! O iddia olayını yapmasaydı ben kim, kitap yazmak kim. İki ayrı ters yön gibiydik.
Yayınevine imza meselesi için gittiğim de bana bir form vermişlerdi. O zamanki şaşkınlığımı hala hatırlıyorum. Basit gördüğüm bir işin bu kadar detaya sahip olması ilginç gelmişti. Formada benden istenen şeyleri hazırlamıştım:
KİTAP ÖNERİ FORMU
Kitap adı:
Yazar adı:
Adres/ Telefon/ E posta:
LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BİLGİLERİ DOSYANIZA EKLEYİN!
1. Kitabınızı kısaca özetleyiniz. (Üç sayfayı aşmayınız!)
2. Kitabınızın fikri altyapısını ve sizin için ne ifade ettiğini bir paragrafta açıklayınız.
3. Kitabınız bir seriye aitse serinin diğer kitapları hakkında bilgi veriniz.
4. Kullanıldığınız üslup hakkında bilgi veriniz.
5. Kitabınız (varsa) benzerlerinden ayıran özellikleri yazınız.
6. Sayfa sayısını yazınız.
7. Fotoğraflı özgeçmişinizi dosyaya ekleyiniz.
NOT: Kitap dosyaları ve başvuru bilgilerini iade edilmeyecektir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Dünyam
Teen FictionLiseye giden sıran bir kız: Nisa Türkmen! Normal giden hayatının bir anda süper ötesi olması mümkün mü? Bu hikayede mümkün. Yapılan şaka gerçeğe dönüşür ve bir anda her şey art arda gelmeye başlar: Hayranlar, imza günleri, kameralar, röp...