"Ne zaman evime döneceğim?"
Mert keyifle ellerini başının arkasında birleştirerek arkasına yaslandı.
"Şöyle ifade edeyim, ölüm bizden kurtulmak için tek çaren."
Kulaklarım uğuldamaya başlarken, gözlerimin önünde ise renkli baloncuklar patlıyordu. Ne yani, ben hayatımın geri kalanını böyle bir yerde, Mert ve Ege ile birlikte mi geçirecektim? Bu olasılığı düşünmektense, tüm bu olanların bir şaka olduğunu ve birkaç saniye sonra uyanacağımı düşünmeyi tercih ediyordum. Kendimi tokatladığımda ise uyanmamam, bunun bir rüya olmadığının göstergesiydi. Etrafta saklı kameraları görmek için etrafıma göz gezdirdiğimde ise hiç kamera olmadığını gördüm.
"İşte, yaranı temizlemek ve sarmak için gereken malzemeler."
İçeri giren Görkem'i görmemle kameraları aramaktan vazgeçtim. Ne kadar akıllı, sinsi ya da uzman olsalar da beni hafife alıyorlardı. Elbet kaçmanın bir yolunu bulacaktım. Onun alanını öğrenmediğimi hatırlayarak, o anda dizini temizlerken aynı anda yarama üfleyen Görkem'e döndüm.
"Uzmanlık alanını söylemedin."
Görkem yavaş hareketlerle yaramı sardıktan sonra olduğu yere, halının üzerine oturarak bana bakarak konuşmaya başladı.
"Yakın dövüş, ayrıca bıçaklar."
O, bu grupta birine yumruk atarken düşünemediğim tek insandı, ama benim yaşadıklarımı yaşayan birine göre sıradan bir haberdi. Bakışlarımı kucağımda duran ellerime indindirerek sakin bir tonla konuştum.
"Aileme ne olacak?"
O zamana kadar konuşmadığından, varlığını dahi unuttuğum Ege konşmaya başladığında hafifçe irkildim.
"Evlatlık olduğunu sanıyordum."
Hafifçe başımı eğerek cevapladım.
"Evet öyleyim, ama bu onları sevmediğim ya da umursamadığım anlamına gelmez."
Ege delici bakışlarını gözlerimden ayırmazken sakin bir tonla konuştu.
"Onları sevmen ölmelerini istemediğin anlamına gelmez mi?"
Ege'nin dedikleriyle gözlerim faltaşı gibi olmuştu. Bu kadar ileriye gidemezlerdi, değil mi? Hışımla ayağa kalkarak karşısına dikildim.
"Beni, ailemi öldürmekle mi tehdit ediyorsun?"
Benim sert çıkan sesime karşılık, onun öncekinden daha sert, ama yine de sakin sesi salonu doldurdu.
"Aynen öyle, ve buna karşı yapabileceğin en kötü şey beni sinirlendirmek olur."
Tartışmamız kavgaya dönerken Görkem ortamı yumuşatmaya, kavgayı ayırmaya çalışıyordu.
"Yoksa beni de mi öldürürsün?"
"Aynen öyle."
Ege'nin son sözleri beni en çok sinirlendirenler olmuştu.
"Elinde iki-üç silah var diye her istediğini yapabileceğini mi sanıyorsun?!"
Uzatmayı planladığım cümlem, Mert'in hışımla ayağa kalkışıyla kesildiğinde, Ege'nin de en az benim kadar şaşkın olduğunu fark ettim.
Ayağa kalkan Mert, nereden bulduğunu bile anlamadığım silahı çıkararak karşıdaki sehpada dizili olan vazolara yöneltti. Attığı her mermi ile bir vazo daha parçalara ayrılıyordu. Tüm vazolar kırıldığında ise hepimiz susmuş, sinirle vazolardan kalanlara bakan Mert'e dönmüştük. Hepimizin bakışları arasında merdivene doğru yürüyen Mert, gürültüyü duyarak odasından çıkmış olan Asil'in yanından geçerek üst kattaki odalardan birine girdi. Kapının yüksek sesle kapandığını duyduğumda, bir açıklama beklercesine Görkem'e döndüm.
"O..."
Görkem'in konuşmasını devam ettirmesini beklerken, Asil'in yaklaşan ayak sesleri ile o tarafa döndüm. Asil, Ege'ye bakarak, sanki dünyanın en bariz yanlışını yapmışcasına konuştu.
"Sen, bile bile Mert'in önünde kavga ettin..."
Sözlerini tamamlamadan önce Görkem'e dönerek aynı sakin ses tonuyla konuştu.
"Ve sen de bile bile engel olmadın, ha?"
Ben anlamaz tavırlarla bir Görkem'e, bir Ege'ye bakarken Asil arkasını dönerek merdivenleri tırmanmaya başlamıştı.
Ege mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere doğru ilerleyerek süpürge ve faraş alırken Görkem de kırıkları toplamaya başlamıştı. Vicdanım ve merakım arasında gidip gelirken, Asil'in odasının kapanan kapısını duymamla merakımın bu tartışmadan galip çıkması bir olmuştu.
Biraz önce Asil ve Mert'in tırmandığı merdivenleri tırmanarak, aynı alt kat gibi zevkli döşenmiş üst kata ulaştım. İlk gördüğüm şey, kare odanın duvarlarına yaslanmış armut minderler ve hemen karşımda duran büyük koltuktu. Kare şeklindeki odanın bir tarafı iniş ve çıkışlar için kullanılan merdiven tarafından kaplanıyordu. Merdivenden arrta kalan duvar ise dizlerime kadar geliyordu ve bakıldığında kırık camları toplamakta olan Görkem görülebiliyordu. Karşı duvarın alt bölümünün duvar olmasına karşın, diğer bölümler cam ile kaplıydı ve yemyeşil bir alana bakıyordu. Bu güzel manzarayı incelemeyi bitirerek, odanın yan duvarlarında bulunan 4 kapıya doğru ilerledim. Asil'in girdiğinin solumdaki iki kapıdan biri olduğunu hatırlayarak o yöne doğru yürüdüm. Kapıyı tıklatarak beklememe karşın hiç ses gelmemişti. Yanımdaki kapıya ilerleyerek aynı şeyi yaptığımda, Asil'in sesini duydum.
"Gelebilirsin, Aylis."
Odanın kapısını sessizce açarak içeri girdikten sonra aynı şekilde kapattım.
"Girenin ben olduğumu nereden anladın?"
Odadaki ranzanın alt katında uzanarak elindeki kitabı okuyan Asil, sorum üzerine gözlerini elindeki kitaptan ayırarak bana döndü.
"Yıllarca odana baskın yapar gibi giren insanlara alışınca..."
Söyledikleri üzerine hafifçe güldüğümde, elindeki kitabı yatağa bırakarak oturur pozisyona geçti.
"Şey..."
Kapının yanındaki tabureye otururken doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordum. Asil ise gözlerime bakarak konuştu.
"Mert'in davranışlarının nedenini soracaksın, değil mi?"
Başımı sallayarak onayladım. Tereddüt edercesine ağzını açıp kapadığında, atabildiğim en sevimli bakışlarımla adeta ona yalvardım. Bunun üzerine hafifçe tebessüm ederek konuşmaya başladı.
"Mert'in anne ve babası her akşam kavga eder, bunların bazılarının sonu ise kanlı biterdi. Babası ise bu kavgalar olurken Mert ve ablasının odanın dışına çıkmasına bir saniye olsun izin vermezdi."
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, adeta şok olmuştum.
"Hangi tür bir baba bunu yapar, ne nedenle yapar, aklım ermiyor."
Asil gözlerini gözlerimden ayırmadan cevap verdi.
"Biz de anlayamamıştık, ama babası bunun onları daha iyi bir katil yapacağını düşünüyordu. Lakin bu iki çocuğunda da ters tepti. Mert ne zaman bir kavga olsa sinirlenir, ablası Melis ise..."
Asil başını yere eğerek kendini toparlarcasına sustu. Ben ise duyduklarıma inanamıyordum. Mert'e acıyor olmanın verdiği şaşkınlık, duyduklarımın inanılmazlığının yanında bir hiçti. Ikimiz de düşüncelere dalmıştık ki, bir kağıt parçası adeta sessizliği bölmek istercesine Asil'in başına düştü. Ranzanın alt katında oturmakta olan Asil, başına düşen kağıdı alarak önünde tuttu. Gülümsediğinde ise merakla taburede öne doğru eğildim. Asil ise beni daha fazla meraklandırmayarak elindeki fotoğrafı bana doğru çevirdi. Resmi elime alarak incelemeye başladığımda Asil'in yanına oturmuştum.
Fotoğraftaki iki çocuktan biri pasta tutuyor, diğeri de burnundaki kremaya gülüyordu. Pastayı tutan, burnundaki kremaya bakmaya çalışırken komik bir hal almıştı. Gülen çocuk ise tam kahkaha atarken yakalanmıştı kameraya, ve itiraf etmeliyim ki çok güzel bir gülüşü vardı. Bunu görünce ben de gülümsemekten kendimi alamamıştım. Pastayı tutanın çok güzel mavi gözleri ve bal gibi sarı saçları vardı. Gülenin ise kahverengi saçları ve yummasından dolayı rengini göremediğim gözleri vardı. Yaklaşık 6 yaşlarında olmalarına karşın, yaşıtlarına kıyasla daha uzun boylulardı.
Aklıma dolan sözlerle bir anda, 10-15 santim ötemde oturan Asil'e döndüm.
"Sarı saçlar ve halesiz mavi gözler. Görkem'in küçüklüğü olabilir mi acaba?"
Başını sallayarak onayladı.
"Görkem. 7 yaşındayken."
Kahkaha atan çocuğu incelemeye başladığımda, aklıma gelen düşünce ile irkildim.
"Yoksa bu..."
Tekrar onaylayarak fotoğrafı elimden aldığında özlemle fotoğrafa bakmaya başladı.
"Evet, Mert. Altı yaşındayken."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A12
Roman pour AdolescentsO sokağa gitmeseydim, O adamı görmeseydim, Yalvarışını, öldürülüşünü görmeseydim, Yakalanmasaydım, Hayatım ne halde olurdu? Ölmüş mü olurdum, Yoksa hayatıma diğer milyarlarca insan gibi devam mı ediyor olurdum? Egoist olduğu kadar gizemli Mert, Ses...