Otobana çıkmamızla arabanın hızlanması bir olmuştu. Otobana çıkmamızı sağlayan toprak yollar engebeli ve bazen dar olduğundan diğerleri bizi arkalarında bırakmışlardı. Mert sinirle bir küfür mırıldanırken oturduğum yere iyice gömüldüm. Arabanın üstü açıktı ve demin arabanın saatte 150 kilometreyi geçtiğini belirten ses gelmişti. Diğerleri haklıydı, kolumu kaldırsam uçacakmış gibi hissediyordum. Öndeki cam rüzgarı biraz kesse de kurtulan bölümler yüzüme çarpıyordu. Arabanın göstergesi 170'i geçtiğinde Asil ve Ege ile aynı hizaya gelmiştik. Görkem ise hala önümüzdeydi. Yolun boş olması çok büyük bir şanstı. Diğer araçların saatte 180 kilometre ile giden birkaç motor ve bir arabadan hoşlanacağını sanmıyordum. Asil mat beyaz motoru ile yanımızdaydı, Ege ise biraz arkamızda kalmıştı. Onunki ne mat, ne de beyazdı. Asil ve Mert Görkem'i yakalamaya çalışıyorlardı ama o hala aramızdaki farkı koruyordu. Asil de arkamızda kaldığında Görkem ile neredeyse aynı hizaya gelmiştik. Yaklaştığımızı gören Görkem hızını biraz daha arttırarak motorun tek tekerleği üstünde gitmeye başladı. Bu harekete karşılık Mert de hızını arttırarak Görkem ile aramızdaki mesafeyi korudu. Şimdi motorlardan birinde olmadığım için çok minnettardım, bu hızda giderlerken tek bir hareketim ölümüme sebep olabilirdi.
Bir biz öne geçiyorduk, bir Görkem. Ta ki yol ayrımına gelene kadar. Biz önce girmiştik bu yüzden kazanan biz olmuştuk. Mert gülerek kornaya bastı. Toprak yolda yavaş gidiyorduk, Görkem, Ege ve Asil ise yolun dar olmasından dolayı arkamızdaydılar. Uzun bir süre aynı şekilde devam ettikten sonra, ben tam kaybolduğumuzu düşünmeye başlarken önümüzdeki binayı gördüm. Terk edilmiş bir fabrikaydı, ağaçların ve üstünü kaplayan sarmaşığın arasında kaybolmuştu. Mert tek hamlede arabayı iki arabanın arasına sokmuştu, diğerleri ise daha ileride olan motorsiklet parkına doğru sürdüler.
Etraf sessizdi, bizden başka insan da yoktu. Yanlış yere geldiğimizi düşünemememin tek nedeni arabalardı. Her renkten araba vardı, içlerinde yeşil-pembe çizgili bir tane bile vardı.
Arabadan inerek Mert ile birlikte kaskını çıkarmakta olan Görkem'e doğru yürüdük. Elindeki anahtarla oynamakta olan Mert'in keyfi yerine gelmişti. Görkem kaskını çıkararak bize döndü.
"Kapa çeneni."
Mert ağzına hayali bir fermuar çekerek sırıtmaya devam etti. Diğerlerinin de gelmesiyle fabrikanın kapısına ilerledik. Kapıdan girdiğimizde küçük bir odada olduğumuzu fark ettim. İki iriyarı adam gelenleri kontrol ediyordu. Asil başını eğerek selam verdiğinde bizi kontrol etmeye gerek duymayarak bizim için kapıyı açtılar.
Bana bunun bir toplantı olduğunu söylemişlerdi, bu yüzden bir masa ve birkaç sandalye olacağını düşünmüştüm. Gerçeğin ise bununla alakası yoktu. Bunu, dışarıdaki arabalardan anlamalıydım. Buradaki kimse normal değildi, toplantıları nasıl normal olabilirdi ki?
İçerisi karanlık ve kocamandı, renkli ışıkların asılı olduğu tavan ise en az yirmi metre yukarıdaydı. İki kattan oluşuyordu, ilk kat fabrikanın tabanını kapsıyordu. İkinci kat ise operalardaki localara benziyordu, ortadaki geniş alanda ise ne masalar, ne de üstünde localar vardı, locadakilerin bazıları bu boş alanda dans edenleri izliyordu.
"Yarım saat sonra locada buluşalım, biraz sosyalleşmezsek dikkatleri üstümüze çekeriz."
Asil'in sözleriyle birlikte ayrı yollara ilerlemeye hazırlandılar ama Mert'in konuşması onları durdurdu.
"Aylis'i kim alacak?"
Görkem başını hayır anlamında salladı.
"Benim alamayacağımı hepiniz biliyorsunuz."
Bu sözlerin üzerine başlarını sallayarak düşünmeye başladılar.
"Benimle gelirse buradan sağ çıkamaz."
Tekrar başlarını salladılar. Görkem aniden sinsi bir ifadeyle sırıtmaya başladı.
"Uyum önemli, değil mi? Giydiği şeyler en uyumlu olan kişi ile gitsin."
Ege yüzünü buruşturdu.
"Tam da senden bekleneceği gibi, çok saçma bir fikir kardeşim."
Görkem sırıtmaktan bir an olsun vaz geçmeden sordu.
"Daha iyi bir fikrin var mı, kardeşim?"
Ege başını iki yana sallayadığında Mert Asil'in ve kendi kıyafetlerine baktı. Bakmasıyla moralinin bozulduğu belli oluyordu.
"P*ç."
Görkem'in sırıtması daha da genişlerken ondan bir miktar korkmaya başladığımı fark ettim. Bana karşı çok iyiydi, ama yine de soğuk kanlı bir katildi.
Mert yanıma gelerek istemeye istemeye kolumu kavradığında acıyla inledim. Kolumu sertçe çektiğimde diğerlerinin gitmiş olduğunu fark ettim.
"En kötüsü her zaman bana denk gelir."
Sinirle mırıldanmıştım ama anlaşılan biraz yüksek sesli olmuştu. Müziğe ramen beni duymuştu.
"Benim en kötüsü olduğumu mu düşünüyorsun? Madem en kötüsü benim, öyleyse 'benden daha iyi kalpli' bu insanlarla sorun yaşamassın, değil mi?"
Sinirle başımı salladım. Aslında katillerin arasında olmak beni korkutuyordu, ama özür dilemeyecek kadar sinirliydim. Mert de sinirlenmişti, ama aklına gelen fikirle güldü.
"Bak ne diyeceğim, eğer burada yalnız başına yarım saat dayanabilirsen sen, dayanamazsan ben kazanırım. Kaybeden kişi kazananın bir günlüğüne her dileğini gerçekleştirir."
"Her dilek" bölümü beni korkutsa da geri adım atmayacaktım. Uzattığı sol serçe parmağını sol serçe parmağımla kavrayarak iddayı kabul ettiğimi belirttim. Gülerek arkasını döndü, giderken arkasını bile dönmeden bana neşeyle el salladı. Bu hareketiyle yumruklarımı sıkarak ben de arkamı döndüm. Bar bölümünü görerek oraya doğru ilerledim. Daha önce arkadaşlarımla birkaç defa bara gitmiştik. Alkollü şeyleri sevmediğimden bara yaklaşarak barmenden bir bardak portakal suyu istedim. Birkaç saniye sonra önüme gelen bardağı kavrayarak barın kenarındaki taburelerden birine oturdum. Dans pisti gittikçe kalabalıklaşıyordu. İnsanları izlemeye başladım. Her renkten saç ve her çeşitten dövme gördükten sonra önüme dönerek bardağıma bakmaya başladım. Yanımdaki taburenin çekildiğini duyarak o tarafa döndüm. Yanıma benim yaşlarımda bir genç oturmuştu. Doğal olduğunu düşündüğüm sarı saçları omuzlarına uzanıyordu. Barmenden ne olduğunu bilmediğim bir şey isteyerek bana döndü. Gözleri kahverengiydi, burada gördüğüm en normal insanlardan biriydi.
"Selam. Adım Barış."
Uzattığı eli sıktım.
"Merhaba, ben de Aylis."
Uzattığım elimi tutarak dudaklarına götürdü.
"Seni buralarda daha önce görmemiştim, yeni misin?"
Güldüm, o kadar belli oluyor muydu?
"Evet, sen?"
Başını hayır anlamında salladı.
"Muhasebe bölümündenim. Bu çılgınlardan biri olmak mı? Pf."
Cümlenin sonunda başını sallayarak nefesini vermişti. Komik bir şey duymuş gibi güldüğünde ben de güldüm.
"İyi birine benziyorsun."
Utanmıştım, ama kızarmadım. Genel olarak kızaran biri değildim. Gözlerimi kapatarak dilimi birkaç milim dışarı çıkardım. O ise bardağındaki son alkolü de içerek boş bardağı masaya koydu. Daha sonra ayağa kalkarak elini bana uzattı.
"Tanıştığıma memnun oldum."
Ama eli portakal suyuma çarptı ve bu, bardağımın içindekilerin dökülmesine neden oldu.
"Ah, yine bir sakarlık yaptım. Çok özür dilerim."
Dökülen portakal suyunu silen barmenden bir bardak daha portakal suyu istedi Barış. Portakal suyunu alarak önüme koydu ve bir daha özür diledi. Sorun olmadığını söylediğimde mahçup bir tavırla gülerek uzaklaştı.
Saatime baktığımda on beş dakika geçtiğini fark etmiştim. Zafere on beş dakikam kalmıştı. Bunu düşünmek beni gülümsetirken portakal suyumdan bir yudum aldım. Tadı biraz garip geldiğinde yanılmadığımdan emin olmak için bir yudum daha aldım. Yine garip geldiğinde portakal suyunu bırakarak masadan kalktım. Dans etmekte iyi değildim, bu yüzden bir kenarda insanları izlemeyi düşünüyordum. Kendime kısmen boş bir yer bularak duvara yaslandım.
Aniden manzaram kapandığında başımı kaldırarak önümde duran çocuğa baktım. Kolunu başımın üstündeki duvara yaslamış, beni duvarla arasına hapsetmişti. Nefesi alkol kokuyordu. Bir şeyler anlatmaya başladı, eski sevgilisinden, öldüremediği ve bunun için dayak yediği adamdan, sevmediği patronundan bahsetti. Birkaç metre ötede duran Mert'i gördüğümde zaferime yedi dakika kalmış, sarhoş adam da sevdiği arabayı alabilmek için biriktirdiği paraların nasıl çalındığını anlarıyordu. Dinlemiyor, Mert'e bakıyordum. Gülerek ağzını oynattığında dikkatimi oraya verdim.
"Yardım ister misin?"
Sarhoş adamın göremeyeceği bir şekilde orta parmağımı kaldırdığımda Mert gülerek omuzlarını silkti. Elindeki, alkollü olduğunu tahmin ettiğim yeşil sıvıdan bir yudum daha aldı. Bir yandan da saatime bakıyordum. Dört dakika kaldığında ise olan oldu.
"Bu kadar efkar yeter, gelelim burada olma nedenime..."
Dikkatim ilk defa sarhoş adama yöneldi. Başını aşağı indirdiğinde yüzlerimiz aynı hizadaydı. Biraz daha eğdiğinde ise nefesi köprücük kemiğime çarpmaya başladı. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Dudaklarının boynuma değdiğini hissettiğimde gözlerim fal taşı gibi olmuştu. Onu engellemeye çalışacaktım ama elleriyle ellerimi hapsetmişti. Mert ise hala izliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A12
Roman pour AdolescentsO sokağa gitmeseydim, O adamı görmeseydim, Yalvarışını, öldürülüşünü görmeseydim, Yakalanmasaydım, Hayatım ne halde olurdu? Ölmüş mü olurdum, Yoksa hayatıma diğer milyarlarca insan gibi devam mı ediyor olurdum? Egoist olduğu kadar gizemli Mert, Ses...