"Yemek hazır, ama görünen o ki sen değilsin."
Sözlerinin ne kadar komik olduğuyla ilgili bir şeyler mırıldanarak ayağa kalktım. Dengemi kaybedecek gibi olduğumda kapının kenarına tutunarak düşmemeyi başardım. O sırada, benim önceden çaldığım kapı açıldı ve içinden Mert çıkarak basamakları üçer üçer inmeye başladı. Onun büyük adımlarına karşılık teker teker inerek mutfağa ulaştım. Burnuma gelen enfes koku ile büyülenerek, onu tatlı gösteren bir önlük giymiş olan Ege'ye baktım. Önündeki tezgahta bir şeyler doğramakta olan çocuğu ne kadar sevmiyorsam yaptığı yemek de o kadar güzel kokuyordu. Arkamdan gelen Görkem ve Asil ile birlikte masaya otururken önümdeki, nar gibi kızarmış tavuğa baktım. Ne kadar beğenmemiş numarası yaparak Ege'yi aşağılamak istesem de bu, güzelim tavuğa hakaret olacağından vaz geçtim. Masaya az önce hazırladığı salatayı bırakan Ege de önlüğünü çıkararak bir sandalyeye oturduğunda tüm ekip masanın etrafında toplanmıştı. Bir anlık sessizliği bozan, guruldayan miğdemi tutarak kızaran yanaklarımı saklamaya çalıştığımda Asil, Mert ve Görkem gülmüş, Ege tebessüm etmişti. Benim umursadığım ise Ege'nin tebessümü ve Mert'in gülüşü olmuştu. Mert'in iki yanağında, ağzının hemen üzerinde iki gamzesi vardı. Ege ise tebessüm ettiğinden gamzesi olup olmadığını öğrenememiştim ama gülmek ona da en az Mert'e yakıştığı kadar yakışıyordu.
Herkes birbirine bakıyor, önce kimin başlayacağını sorguluyordu. Bakışmaları sonlandıran, bir peçeteyi yakasına takıp çatal ve bıçağını eline alarak konuşan Görkem olmuştu.
"Yumulun."
Herkes iştahla yemeye başladığında, Asil durdu ve halimize baktı. Sanki birkaç yıldır aç kalmışız gibi yiyorduk. Onlar doğal olarak yorgundular, ben ise her zaman açtım. Boyumun kısalığına rağmen metobolizmam hızlıydı. Gülerek yemeye devam ettiğinde Görkem ona kızmış taklidi yaparak tabağından yemek aşırdığında hepimizi güldürdü. Bu sefer Ege gülmemişti, ama Mert'in dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Verdiği tepkilere rağmen burada değilmiş gibiydi, sanki bedeni duyduğu her şeye gülüyor ama ruhu farklı alemlerdeydi.
Yemeğimizi bitirdiğimizde herkesin karnı doymuş, üzerimize tatlı bir mayışma hissi yerleşmişti. Bir yanım kaçış planları yapıyor, bir yanım burayı sevdiğini mırıldanıyordu. Ama sonunda mırıldanan tarafım da diğer yanımla hemfikir olduğunda aklımdan kaçış senaryoları yazmaya başladım. Karar vermiştim, bu gece herkes uykudayken kaçacaktım. Bana genelde iyi davranmışlardı ama yine de burada kalamazdım. Olabilecek en sessiz halimle aşağı inecek ve sonra ardıma bakmadan koşacaktım. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama gittiğim ilk yerde ailemi arayarak onlardan beni kurtarmalarını isteyecektim.
Düşüncelerimi bölen şey dörtlünün konuşmalarıydı. Benim nerede kalacağımı tartışıyorlardı.
"Biz zaten Görkem ile bir ranzayı paylaşıyoruz."
Bunu söyleyen Ege idi.
"Benim üstümdeki yatak Kaan'ın yatağı, o olmaz."
Asil'in sözleri üzerine birkaç dakikalık sessizlik oluştu odada, kimse bana Kaan'ın, abileri olan insanın yerini vermek istemiyordu ve bunu anlıyordum. Onları çoğu zaman anlayamama karşın bu sefer anlıyordum.
"Geriye kalan tek yatak..."
Çatalıyla oynamakta olan Mert çatalı masaya bırakarak Görkem'in sözlerini tamamladı.
"Melis'in."
Üçü birbirine endişeli bakışlar atarken Mert tabağına bakıyordu.
"Yani, ya Kaan'ın yerine geçecek ya Melis'in, öyle mi?"
Kimse benim Kaan'ın yerinde kalmamı istemiyordu, ama Mert'e, ablasının yerinde kalmamı istediklerini de söyleyemiyorlardı. Başına ne geldiğini bilmiyordum ama ne olursa olsun, onun yerinde kalmam onun yerine geçmem gibi bir şey olacaktı. Ege sözünü bitirince Asil konuştu.
"Başka seçeneğimiz yoksa Kaan'ın yerinde kala-"
Sözleri Mert'in sert kelimelerinin koyduğu nokta altında ezildi.
"Melis'in yerinde kalacak."
Bu gün ikinci defa sinirle merdivenlerden çıkarak odası olduğunu düşündüğüm, Asil'in odasının yanındaki odaya girdi. Herkes arkasından anlayışla bakıyor, onun adına üzüntü duyuyordu. Benim ablasının yerinde kalmam, onun olmayışını kabullenmek olurdu. Bu, ona yapılmış bir haksızlıktı ama kimse abileri bildikleri birini kaybetmeyi göze alamamıştı. Asil ve Görkem sakince kalkarak masayı toplamaya başladılar. Ben de onlara yardım ettikten sonra kalkarak koltuğa oturdum. Gergin havayı bozmak amacıyla birkaç kelime etmeye karar verdim.
"Şey, herhangi biriniz fark etti mi bilmiyorum ama benim üstümdekilerden başka giyecek kıyafetim yok..."
Sorumla birlikte hepsi bana baktı, bu telaşta kimse fark etmemişti. Başının arkasını kaşıyan Görkem beni yanıtladı.
"Sanırım Mert'ten istersen bu gece için sana bir şeyler ayarlayabilir. Yarın da gider birkaç kıyafet alırız."
Minnettarlıkla başımı salladım ama Mert'in bana hiçbir şeyini vereceğini sanmıyordum.
Merdivenlerden yukarı tereddüt ederek çıktım ve Mert'in girdiği odanın kapısının önünde durdum. Tıklatmak ile tıklatmamak arasında kalmıştım ki, tıklatmaya karar verdim. Birkaç saniye ses gelmemesinin üstüne yavaşça kapıyı açarak içeri girdim. Ranzanın alt tarafında uzanmış, başını yastığa gömmüştü. İçeri girdiğimi farkettiğimde hızla kalkarak bana yaklaştı. Gözlerinde daha önce hiç görmediğim kadar büyük bir nefret vardı. O bana adım adım yaklaştıkça ben de adım adım geriye gidiyordum. Boylarımız arasında yaklaşık otuz santim vardı ve bu bakışlarını daha da korkutucu hale getiriyordu. Çalışma masasına çarptığımı anlayınca yutkundum. Aramızda on santimden biraz daha fazla vardı. Konuşmaya başladı, her kelimesinde sesi biraz daha kısılıyordu.
"Sakın bir gün, bir saat, bir dakika, bir saniye bile..."
Sesi artık fısıltı olarak çıkıyordu
"...Melis olabileceğini, onun yerine geçebileceğini, ya da bizden biri olabileceğini düşünme."
Sonlara doğru sesi duyulmayacak seviyeye gelmiş, çatlamaya başlamıştı.
"Anladın mı?"
Aniden bağırışı beni korkudan zıplatmıştı. Tüm evin duyduğunu biliyordum ve şimdi ondan hiç korkmadığım kadar korkuyordum.
Başımı sallarken gözlerim buğulanmaya başlamıştı. Onaylayan hareketimi gördüğünde hışımla arkasını dündü ve tek adımda yattığı yer olduğunu tahmin ettiğim üst ranzaya çıktı. Ben ise şokun etkisiyle hareketsiz kalmış, buğulu gözlerle etrafı inceliyordum. Ondan giyecek bir şeyler istemeye cesaretim kalmamıştı. Ne yapacağımı düşünmeye başladım, dizimin etkisiyle kan lekeleriyle kaplanmış şortumu giyemezdim, ama yalnızca üstümdeki bluz da kısa gelirdi.
Düşüncelerimi okumuş gibi, bir tişört attı Mert bana. Bu, bugün üstünde olan siyah tişörttü, bugün giymiş olmasına rağmen benim kıyafetlerimden daha temiz olduğu belli oluyordu. Mertin zaten arkası dönüktü, bu yüzden saklanmaya uğraşmadan üstümdekileri çıkararak bana elbise gibi olan bol tişörtü giydim, zaten bakmak isteyeceği bir vücudum da yoktu. Kilolu değildim ama kıvrımlardan da yoksundum.
Tişörtü giyerek Mert'in birkaç dakika önce uzanmakta olduğu yatağa doğru ürkek adımlar attım. Başımı yastığa doğru eğdiğimde, yatağın güzel bir kokuyla sarılı olduğunu farkettim. Bu, üzerimdeki tişörtte de olan Mert'in kokusuyla karışık çileğe benzer bir kokuydu. Mert'in bu yastığa kafasını gömerek onu koklamasının nedenini anlamıştım, ablası gibi kokuyordu. Her ne kadar tanımamış olsam da benim de bir ağabeyim vardı ve biri onu hayatımdan silmeye çalışsaydı ben de Mert gibi sinirli olurdum, bu yüzden onu anlıyordum.
Yorgunluğumu fark ederek kaçış planlarımı ertesi güne ertelemeye karar verdim ve yatmaya hazırlandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A12
Novela JuvenilO sokağa gitmeseydim, O adamı görmeseydim, Yalvarışını, öldürülüşünü görmeseydim, Yakalanmasaydım, Hayatım ne halde olurdu? Ölmüş mü olurdum, Yoksa hayatıma diğer milyarlarca insan gibi devam mı ediyor olurdum? Egoist olduğu kadar gizemli Mert, Ses...