Gece yarısı saat beşte onun evinin önünde iki saatte iki paket bitirmiş bir şekilde uyuyakaldığımı sabah saat yediyi gösterdiğinde , sabahın köründe kafama odun fırlatılarak uyandırıldığımda farketmiştim.
Mahalle abilerinden kaçmaya çalışsam da işin sonunda temiz bir dayak yemiştim. Daha hınçlarını alamamış bir halde döverlerken tuhaf kız gelmiş , beni çocukların ve adamların , her yaştan insanların karışık bir şekilde bulunduğu , etrafımı saran , yaklaşık yirmi kişilik gruptan kurtarmıştı.
Ona birlikte yürüdüğümüz yol boyunca belki de yüz defa teşekkür etmiştim ama o sadece kuru bir baş selamı ile yetinmişti. Yine de bu bile mutlu olmam için yeterli bir sebepti. Çünkü ilk kez ona uzaktan bakmak yerine bu kadar yakınındaydım...
Beni mahalenin girişine kadar bırakmış , yüzümdeki yaralarla ilgili tek kelime dahi etmemiş ya da pansuman yapmamıştı. Bir geçmiş olsun bile dememişti. Üstelik onun için dayak yediğimin farkındaydı. Bu biraz beni kırsa da yine de üzerinde çok durmamaya çalıştım. Böyle kırıcı şeylere onunla alışmıştım.
Yıllardır onu gizliden gizliye izliyordum. Onun her haline aşık olmuştum. Hangi ruh halinde hangi şeyleri yapacağı sorulsa ilk saniyede cevap verebilecek kadar...
Mutluysa dudaklarının kenarının hafif yukarı kalkacağını bilirdim mesela. Asla tam olarak gülmezdi. Ya da asla kahkaha atmazdı. Sadece birilerine yardım ettiğinde kalın dudaklarında oluşan o hareketlilikten ibaretti gülüşü. Hatta dikkatlice bakılmasa anlaşılmayacak kadar hafif bir gülüşe sahipti o kalın dudakları...
Üzgün olunca üzgünlüğünü sadece gözleriyle belli ederdi. Mimikleri asla haraket etmezdi. Ya da birinin karşısında asla ağlamazdı. Çünkü biz insanlar ağlamayı acizlik olarak kalıplaştırmıştık. Oysa bence ağlamak duygularını belli etmenin en güzel yoluydu. Her akan gözyaşı bir şeyi temsil ediyordu. Kimi gözyaşları mutluluğu , kimi gözyaşları mutsuzluğu. Kimi gözyaşları özlemeyi , kimi gözyaşları ise sevdiğinin sarılışındaki huzuru temsil ediyordu... Bence bu acizlik değildi. Gözyaşları , ağlamak acizlik sembolü değildi... Bir kadının sevdiği adam için , bir adamın sevdiği kadın için ağlaması acizlik değil sol taraftaki sevginin eyleme dökülmüş haliydi bana göre...
Sınavda aynı sınıfa düşerdik bazen onunla. Bir şey düşünürken kaleminin arkasını ısırırdı. Sonra ağzına kurşun kalemden dişleri ile kopardığı tahta parçaları gelince yüzünü buruşturur dilini üstündeki hırkaya silerdi.
Heyecanlanınca eli ayağına dolaşırdı. Bir keresinde heyecanından sandiviç diye telefonunu ağzına sokmuştu. Sonra kusucak gibi olunca telefonunu bir kenara fırlatıp tuvalete koşmuştu hemen. Onu öyle tatlı bir heyecan içinde görmek istiyorsanız yıllar boyunca aralıksız onu izlemeniz gerekiyordu...
Şaşkın haliyse izlenmeye kıyamayacak kadar güzeldi. Gözleri kocaman olur , kalın dudaklarını toparlardı. Kızgın olduğunda kalın kaşları çatılır , dudakları düz bir çizgi halini alırdı.
Ama hiçbir şey o içten gülüşü etmezdi. Biliyordum... Benim için değil ama başka bir adam için sunduğu içten gülüşünü hatırlıyorum. Kahrolmuştum o gün. Ben onun bana tesedüfen bakıp hafif tebessüm etmesiyle bile yıllarca sevinirken onun içten gülüşünü çalanlar vardı benden... Ben sırf ona ihanet ederim diye düşünüp hiçbir kıza gülmezken , gülmeyi unuturken... O içten gülüşünü benden çalanlar vardı...
Her gece düşlerimde ona sarılıp bununla mutlu olmayı öğrenmeme rağmen ona sımsıkı sarılıp kokusunu içine çekenler vardı. Benim yanımdan geçerken saçı yüzüme gelip saçının kokusunu birkaç saniye içime çekip mutlu olurken onun saçlarından öpüyordu bir başkası , saçlarının kokusunu iyice içine çeke çeke...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yine Mi Yarım Kalmış Sevmeler? #Wattys2016
Novela Juvenil©Tüm hakları saklıdır. Başka bir yerde izinsizce kullanılması dahilinde yasal işlem başlatılacaktır. - ''Sigara...'' dedim. ''Zararlı. Boşver , içme.'' ''Ben sigara içmiyorum. Sigara benim için değil.'' Sanırım ona çok tuhaf bir şekilde bakmış olmal...