Merhaba benim güzel okurlarım! ^-^
"Yeni bölüm nihayet geldi yazar hanım!" dediğinizi duyar gibiyim. Öncelikle yeni bölümü bu kadar geç paylaştığım için özürlerimi sunuyorum sizlere...
Yorumlarınızı çok özledim. Beni onlarla kavuşturun.
En iyisi ben sizi yeni bölümle baş başa bırakıp kaçayım.
O zaman efenim size bol keyifli okumalar dilerim! ^-^
-
Yol boyunca uzanan, kimi renkli kimi renksiz sayısız insanın ayak izlerini taşıyan tozlu ve kirli kaldırımlar. Üzerinde insanların acısını ve mutluluğunu taşıyan o pis kaldırımlar... İki sevgilinin ayrılışına, özel günlerin coşkuyla kutlanışına, yalnızlığa edilen küfürlere, bir iki haylaz çocuğun topunun gürültüsüne şahitlik eden o dağınık kaldırımlar...Ve benim için en önemli şeye şahitlik etmişti o kaldırımlardan biri. Bir çocuğun saf sevgisine... Merhamet duygusuna...
Küçükken kaldırımlara oturmamam için annem uyarmıştı beni. O zamanlar anlamazdım bu ricasını ve hep merak ederdim. Çocuktum ben. Sokaklarda oynamak, üstümü başımı kirletmek en doğal hakkım değil miydi?
Annemin ricasına pek çok kez uymaya çalışmıştım. Beni kirlenmekten korumaya çalıştığını düşünmüştüm. Ama bazen bu ricasına uymazdım. O zamanlar onun gözlerindeki korkuyu görürdüm. Ama asla anlamazdım. Neden korkuyordu?
O gece... Babamın, içip sarhoş bir halde eve geldiği gece babamın gerçek yüzü karşılamıştı beni. Ve o zaman insanlardan korkmuştum. Çünkü onların değişebildiklerini görmüştüm. Sanki içlerinde bir canavar vardı ve alkol o canavara güç katıyordu. O gece böyle düşünmüştüm...
Ta ki bir gece top oynayıp eve yorgun geldiğimde annemin karşı komşumuzla yaptığı konuşmaya kulak misafiri olana dek...
Benim her daim örnek aldığım o yıkılmaz kadın babamdan defalarca kez sudan sebeplerden dayak yemiş ve sırf benim psikolojimin kötü etkileneceğinden korktuğu için sessiz kalmıştı.
Babam, annem kaldırımlarda oynayıp kirlettiğim kıyafetlerimi yıkadığı zaman 'Bu çamaşır makinesi neden bu kadar çok çalışıyor? Şu aptal çocuğa söyle kaldırımlara oturmasın, top oynamasın, üstünü başını kirletmesin!' diye bağırıp onu dövdüğü zamanlarda benim bundan haberim yoktu.
Veya ateşim çıktığında annem beni kucağında hastaneye götürdüğü için eve geldiğimizde babamın annemi "Bu çocuk safi masraf! Safi uğraş!" diye bağıra bağıra dövdüğünden de...
O gece bazı insanların canavarının alkole ihtiyacı olmadığını ve onların kendi canavarını kontrol edebildiğini, buna rağmen kötü biri olmayı tercih ettiklerini öğrenmiştim. Bu beni korkutmuştu.
Çünkü hepimizin içinde bir canavarın olduğunu farketmiştim. O canavarı istersek öldürebilir istersek de onu güçlendirebilirdik.
Kendi canavarımla ne yapacaktım? Onu güçlendirecek mi? Yoksa öldürecek miydim? Alkım ne yapmıştı?
Küçükken bizim kaldırımımızda ona "Kaldırıma oturuyorsun. Kirlenmekten hiç mi korkmuyorsun?" diye sorduğumu hatırlıyorum.
Bana bazı insanların ruhlarının kirli olduğunu, bedendeki kirliliğin temizleyerek yok olabileceğini ama ruhtaki kirliliğin temizliğinin olmadığını söylemişti.
"Saatlerce yıkansan bile ne sabun ne de su hiçbiri o ruhtaki kiri çıkaramaz Bulut. Ruhun kirli olmasın. Beden temizlenir. Ama ruhundaki beyaza siyah bir leke bulaştığında onu ne kadar temizleye çalışırsan çalış temizlenmez. Sadece etrafa yayılır ve büyür." demişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yine Mi Yarım Kalmış Sevmeler? #Wattys2016
Teen Fiction©Tüm hakları saklıdır. Başka bir yerde izinsizce kullanılması dahilinde yasal işlem başlatılacaktır. - ''Sigara...'' dedim. ''Zararlı. Boşver , içme.'' ''Ben sigara içmiyorum. Sigara benim için değil.'' Sanırım ona çok tuhaf bir şekilde bakmış olmal...