O günü asla hissedemiyorum. Düşünsem bile hissedemiyorum, o ana dair tek hatırladığım bedenime yapılan zorbalığın vücudumdan yürüyerek hayat damarlarımı kopardığı.
Nedensiz gözyaşları... Nedensiz ağladığınız oldu mu hiç, nedensiz bir şekilde boğazınızda bir yumru oldu mu? Peki ya o anı duşunduğunuzde kalbinizin defalarca kırılıp keskin cam parçaları haline geldiği, ruhunuzu kana buladığı? O an... Hepimizin bir o anı var. Lakin diğerlerinden farklı olarak benim 'o an'ım hissizlik üzerine kuruluydu. O anı yaşadığımda tek hissettiğim duygularımın intihar etmiş olmasıydı. Veya, cinayet mi demeliyim?
Geçmiş
Oturduğum soğuk kaldırım taşının üzerinden kalkarak karşı bahçe de ki boynunu eğmiş çiçeği kopardım.
Çiçekler, benim için fotosentez yapıp etrafa koku saçan bir bitki iken şimdi topraktan, ölümden beslenen bir bitkiydi. Her bir taç yaprağı üzerinde gezinen bir sis bulutuydu sanki, hissetmesini engelleyen. Kökleri onu toprağa tutsak eden bir zincirdi.
Kuşlar, kanatlarının gölgesine sığındığı için asla yürümeyi öğrenemeyecek bir hayvan olarak geliyordu gözüme. Tıpkı cinsel organının gölgesine sığınıp duşunmeyi öğrenemeyecek 'bazı' erkekler gibi. Insanlar, insani duygulardan uzaklaşmıştı. Hepsi aynı geliyordu gözüme, başlarında ki otoriteler onu tek tip insan düzenine programlamıştı. Meydana çıkıp bağırdığımda sadece tuhaf bakışlarla karşılaştım.
"Sesimi duyan var mı?"
Başını kaldırıp bakan insanların bazıları bir kez bakıp yürümeye devam ediyor, bazıları da bana bakarak yürümeye devam ediyordu. Sonuç? Hepsi yürümeye devam ediyordu. Somutlarda takılı kalmış insanlar, ruhumun bedenime sığmayan haykırışlarını, bağırışlarını asla duymuyordu. Dizlerimin üstünde yere çöküp gözyaşlarımın geldiği yere geri dönmesi için gökyüzüne bakmaya başladım.
Bulutlar, asla kendilerini kalıba sokmazlardı. Hepsi birbirinden bağımsız, hepsi birbirinden ayrı. Bir bulut olmak isterdim, gökyüzüne uçmak. Kirli insanları yağmurumla yıkamak isterdim, onlara gökkuşağını göstermek. Hafif bir göz kararmasıyla ayağa kalktığım da elinde kitap olan bir çocuk görüş alanıma girdi. Okuduğu kitap sayfalarına öyle heyecanlı bakıyordu ki... Bir annenin yeni doğmuş çocuğuna baktığı gibi. Kitap sayfalarına dokunan minicik elleri sadece sayfalara dokunmuyor, yazıları alıp ruhuna hapsediyordu adeta. Kitaplar, bizim küçük dünyamızdı. Ve işin en güzel tarafı ruhları karalanmış insanların kitaplarda karalamadan fazla bir şey göremeyecek olması, o dünyayı bize bırakacak olmasıydı. Ta ki kirli insanların kitapları da gördükleri 'karalamadan fazlası olmayana' çevirinceye dek. Dünya da ki kirli olayları destekliyormuşcasına, tepki vermezcesine temiz kitap sayfalarına işleyip insanlığı öğrendiğimiz kitap sayfalarını kirletmek kitapları öldürmekti, bir cinayetti.
Günümüz
Işte ' o an' tecavüze uğradığım zamandı. Nasıl mı kurtulmuştum? Insanlığıma tutunarak. Başta tek hissettiğim nefretti, nefes almam bile nefret doluydu. Lakin daha fazlası vardı. Içimde ki özgürlük inancı, kendine ve düşüncelerine inanma. Içimde ki umutsuzluğu bir rafa kaldırıp solumda bir köşede duran umut ışığını serbest bırakıp özgürlüğe kavuşturdum. Herkes benim gibi olmayabilirdi, kendini diriltemeyebilirdi. Yine diğer insanların gördükleri gibi görmüyordum dünyayı. Ne aynı, ne umutsuz. Dünya benim için yazılmayı bekleyen temiz, boş kitaptı. Tek düşüncem bir bulut olmaktı. Yağmur olup yağacaktım 'karalamadan fazlası olmayan' insanların üstüne. Ve onlar da ilk gün ki gibi temiz bir kitap sayfası olacaktı. Tek fark bu sefer kalem kendi ellerinde olacaktı, otoritenin değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Tutam Saç
Kısa HikayeBir kadın, kadından önce bir birey, bir insandır ve 'insan' haklarını hak eder. Bir tutam fazla saça bedel değildir 'insan' ruhu. Ne kesebileceğin bir nesne, ne de yenisi çıkacak bir kalp. Masmavi gökyüzünü kapatan gri bulutlar kadar buruktu kalpler...