Bölüm 7: Hayat çok acımasız!

98 13 5
                                    

Art arda çalan telefonun üzerine göz kapaklarını zorla açtı. Telefona uzandı, aldı ekrana baktı. Tanımadığı bir numara arıyordu. Açtı.

"Efendim?"

"Kiminle görüşüyorum?

"Lana Hally, ben kiminle görüşüyorum?"

"Stefan Hally'in kızı mı oluyorsunuz?

"Evet"

"Şey... babanız..."

"Kimsin sen? Ne oldu babama konuşsana."

"Ben ... Hastanesinin ilk yardım ekibindenim. Babanız ağır bir kaza geçirdi. Maalesef babanızı kurtaramadık. Başınız sağ olsun."

Doğru muydu bu? Duyduğu şey doğru muydu? İnanamıyordu. Sinirlendi. Telefonu duvara fırlattı. Ne yapacağını bilmiyordu. Gözyaşları ardı ardına akıyordu. Kalbine sancılar saplanıyordu.

Daha fazla dayanamadı ve olduğu yere yığıldı.

Hayatında en çok sevdiği adam yoktu. Her acısında, her mutluluğunda yanında olan adam artık yoktu. Mutluluğu için ihtiyacı olan adam yoktu. Artık babası yoktu.

Kapı zilinin çalmasıyla kendine geldi. Sanki uykudan uyanmışçasına sakin bir şekilde kapıya yöneldi. Kapının arkasından 'Kim o' diye seslendi.

Gelen ses Olivia'nındı. Lana kapıyı açtı. Arkadaşını görünce gözyaşları gözlerine tekrar dolmaya başladı. En sonunda daha fazla dayanamadı ve arkadaşına sarılarak bağıra bağıra ağladı.

Olivia şaşkın bir şekilde Lana'yı sıkı sıkı kucakladı.

"Ne oldu Lana. Sakin ol gel içeri geçelim anlat hadi."

"Babam! Babam Olivia! Öldü." Ne diyeceğini bile bilmiyordu. Bu hissettikleri kelimelere dökülmeyecek kadar fazlaydı.

Olivia ben, ben ne yapacağım bilmiyorum! Nasıl yaşayacağım? Nasıl dayanacağım?
Arkadaşını teselli etmeye çalışıyordu ama böyle bir durumda söylediği sözlerin pek etki edeceğini de düşünmüyordu.

"Lana söyleme öyle... Dayanacaksın. Dayanmak, yaşamak zorundasın. Hayat durmak bilmez acılar birikintisi bile olsa sen dayanırsın. Hep böyleydin. Hayatın seni en zayıf noktandan vurması çok kalleşçe biliyorum ama hayat ne kadar vurursa sen o kadar hızlı ilerleyeceksin." Dedi.

"Olivia biliyorum ama buna dayanmak için kendimi bile aşmak zorunda olabilirim. Babamla yaşadıklarım sayesinde güçlüydüm. Babam gücümün kaynağıydı. Kişiliğimin, hayallerimin... Kısaca benim her şeyimin kaynağıydı. Bunu aşmak için farklı kişi olmam gerekiyo... " son cümlesini bitiremeden hıçkırıklara boğuldu. Konuşacak hali yoktu. Kanepeye oturdular. On beş dakika kadar sarılıp kaldılar.

Olivia kalktı mutfağa gitti. İçeriden bir bardak su alıp geri döndü.

"Al Lana iç biraz." Lana bir yudum içtikten sonra bardağı masaya bıraktı.

"Daha iyi misin? Haydi kalk çantanı hazırlayalım. Bugün benim evimde kal." çaresizce 'tamam' dedi. Sanki bir kaç kelime daha fazla söylemeye gücü yoktu..

Lana çantaya birkaç şey koydu. Ne koyacağına dair hiçbir fikri yoktu. Düşünmüyordu da zaten. Dolabını açıp gördüğü lazım olabilecek şeyleri çantaya düzensiz bir şekilde iteliyordu. Eşofmanını, okumakta olduğu kitabını ve yarın lazım olabilecek birkaç şey daha koyup fermuarı çekti.

Eve uğrayamazdı. En azından yarın. O evde nasıl yaşayacaktı ki? O evde olduğu zamanlarda babasını beklemeden edemezdi. Hep beklerdi. Babası da genel olarak geç de olsa hep gelirdi.

Gelmeyecekti artık. Gelmeyeceğini bile bile babasını her akşam nasıl bekleyecekti?

En beteri de bu değil miydi zaten? Delirir miydi? Çok özler miydi? Her akşam ağlar mıydı? En fenası da onu unutma ihtimaliydi. Acısının azıcık bile olsun azalması onu unutması mı demekti? Onu unutur muydu?

Unutmak istemiyordu Lana. Her saniye bu boşluk yaşansa da içerisinde, durmadan büyüse de unutmamalıydı. Unutursa ne anlamı kalırdı ki sevgisinin.

Hazırlanıp evden çıktılar. "Hastaneye gitmeliyim Olivia. Lütfen sende gel. Kendimi çok iyi hissetmiyorum."

Hastaneye vardıklarında ne yapacağını bilmiyordu Lana. Durmadan bunu düşünüyordu. Babasının cesedini görmeye cesaret edebilecek miydi ki? Ne diyecekti ki oradaki insanlara. Başına ağrılar saplanıp duruyordu.

Taksiye binip taksiciye hastaneye gitmek istediklerini söylediler. Hastaneye vardıklarında Lana her ne kadar korkuyorsa da soğukkanlılıkla hastaneye girdi. Danışman'a ben Stefan Hall'ın kızıyım...

"Ben... Ben babamı görebilir miyim?"

Bu sözcükleri söylerken sanki yıllarca hiç durmadan konuşmuş gibi zorlandı. Ağlamasına engel de olamıyordu. En sevdiği kişiyi kaybetmişken güçlü görünmek umurunda bile değildi. Bu onun hayatındaki en kötü günüydü. Olabildiğine güçsüzdü.

Hemşire Lana'yı morga götürdü. Morg çok soğuktu.

"Ben dışarıdayım. Hazır olduğunda babanla vedalaşabilirsin."

Evet veda demişti. Babasına veda etmeliydi. Son vedasını en güzel şekliyle yapmalıydı. Babasının üzerindeki beyaz çarşafa elini götürdü. Çarşafı eliyle sıkıca kavradı. iki dakika kadar bekledi.

"Aman tanrım!" dedi. Babasını ilk defa bu kadar yakışıklı görüyordu. İçi sanki biraz rahatlamıştı. Eğildi, yanağını öptü. Sonra bir daha ve bir daha öptü.

Hiç bir veda bu anları karşılamazdı ve hiç bir öpücük babasına doymasını sağlamazdı..

Siyah Kan (Black Blood)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin