Öğretmen anlatıyordu ama söylediklerinden tek bir kelime anlamıyordum. Sürekli sınıfın iç karartan yeşil-beyaz duvarının üzerinde duran saate bakıyor, dersin bitmesine kaç dakika kaldığını hesaplıyordum.
Bir anda yine başıma saplanan ağrının etkisiyle başımı sıraya gömdüm ve gözlerimi sımsıkı yumdum. İnsanların dikkatini çekmek istemiyordum, özellikle ders ortamında. Fakat yanımda Utku gibi bir salak oturduğu için, şuan bana her ne oluyorsa bunu sınıftakilerden gizlemek imkansızdı. Sesler boğuklaşmaya başlamıştı, sanki suyun içindeymişim de dışarıda birileri bana sesleniyor gibi. Zihnimde şimşekler çakıyordu.
"Çağlar. Çağlar!" Sonunda öğretmenin sesiyle kendime geldim. Yani kendime geldiğimi düşünüyordum. Anında başımı sıramdan kaldırdım ve öğretmene baktım.
"Sen beni dinlemi... Burnuna ne oldu oğlum?" Sıramın yanına geldi ve kaşlarını çatarak yüzümü inceledi. Utku da yüzüme bakıyordu. Ve sınıftaki diğer yirmi kişi. Bu çok rahatsız ediciydi. Öğretmenin makyaja boyanmış kırışık suratına baktım.
"Sorun yok. Başım dönmüştü, o yüzden kanıyordur." Oturduğum yerden kalktım. "En iyisi ben lavaboya gideyim de ders ortamı gerilmesin hocam." Öğretmen doğruldu ve bir süre daha bana baktı. Kan git gide daha çok akıyor, ağzımın kenarından çeneme doğru süzülüyordu. Aynı zamanda yoğun bir kan kokusu alıyordum, iğrençti. Benim hiç burnum kanamazdı ki.
"Pekala. Gidebilirsin." diyerek topuklularını tıkırdata tıkırdata tahtaya geri döndü. Duvar kenarında oturduğum için Utku'nun kalkmasına müsade etmeden üstünden atladım ve koşarak sınıftan çıkıp kendimi lavaboya attım.
Tuvalet kabininden birkaç yaprak peçete kopartıp burnuma tuttum. Aynada gözlerimin içine baktım. Bu gerçekten ilginçti çünkü gerçekten şu yaşıma kadar hiç burnum böyle kanamamıştı. Birkaç kavga hariç. Ama durduk yere olması garipti.
Aynada kendime ne kadar baktığımdan haberim bile yoktu. Kafamda tekrar şimşekler çakmaya başlayınca kendime gelebildim.
"İçin parçalanıyor." diye fısıldadı kulağıma biri sanki. Aynadan arkama baktığımda kimseyi göremeyince kendim arkamı döndüm ama yine karşılaştığım boşluktu.
"Anneni bul." dedi aynı fısıltı. Öfke tüm vücudumu sarmaya başlamıştı. Kalbim gereğinden hızlı atıyordu. Yüzüm kızarmıştı, terliyordum ama bacaklarımın ve ellerimin titremesine de engel olamıyordum. Gerçekten sinir bozucuydu. Şizofreni olmaya mı başlamıştım yani, neydi bu?
"Kendini tanıyorsun." dedi fısıltı, sanki iç sesimi dinliyormuş gibi. Saçmaydı. Bu fazlasıyla saçmaydı. Böyle bir şey gerçek olamazdı. Sanırım kafayı yiyordum. Başka bir açıklaması olamazdı bunun. Ellerimi kulaklarıma koydum ve fısıltıları duymamaya çalıştım. Titreyen dizlerim beni daha fazla ayakta tutamadı ve dizlerimin üzerine çöktüm.
"Bana bunu kim yapıyor?" diye sızlandım. Aslında haykırmak istiyordum. Herkes derste olduğu için ortam çok sessizdi. Gözlerimi kapatınca kendimi boşlukta hissediyordum. Karanlık bir boşluk.
"Nankörlük ediyorsun." dedi fısıltı, kafamda şimşekler çakmasını sağlayarak. Başım gerçekten felaket ağrıyordu. Sanki beynime teker teker matkapla deliyorlar gibiydi, migren gibiydi.
"Tanrı sana yardım ediyor." dedi fısıltı. Başıma tekrar ağrı saplanınca istemsizce bağırdım. İşkence ediliyordu resmen. Bir hiçlik, bana işkence ediyordu.
Attığım çığlıkla biri lavaboya girdi. Gözlerimi açmaya korktuğum için kim olduğunu bilmiyordum ama ders saati ortalıkta dolaşan belirli kişiler vardı. Hademeler, müdür, rehber öğretmeni ve müdür yardımcısı. Ve hademe dışındaki herhangi biri geldiyse, bu rezil olduğum anlamına gelirdi. Delirdiğimi düşünüp aileme beni akıl hastanesine yollamayı tavsiye edebilirlerdi. Gerçi onların da istediği buydu, benden kurtulmak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mayıslar Bizim Olsun (ARA VERİLDİ)
HumorKendilerini öz sanan ikizler. Bir sır gibi saklanan o gerçek. Peki, sır ortaya çıkacak mı?