ŞALOM ALEYHEM

96 4 1
                                    

1977 - BİTLİS/ADİLCEVAZ

Adilcevaz'ın tozlu yollarında koşuşturan çocuklar, üç yılı aşkın süredir sokaklara çıkmaz olmuş, halk eve kapanmış ve dışarı çıkmaktan çekinir hâle gelmişti. Sonbahar gelmiş, Van Gölü'nün kokusunu sırtlayan rüzgârlar kuvvetlenmişti. Yine bu rüzgârların taşıdığı hüzün ve öfke de... Cuma namazı çıkışı kahvenin önünde toplanan ve ayaküstü sohbet eden gençlerden, üst iki düğmesini boşandırdığı dar gömleği, İspanyol paça pantolonu ve siyah kundurasıyla diğer arkadaşlarının resmen kopyası olan Recep, rüzgârın taşıdığı ve Adilcevaz sokaklarını dolaşıp her evin kapısını çalan havayı içine çekti. Ciğerlerine rüzgârdaki öfkeyi doldurdu, hüzün ise arkadaşının uzattığı sarma tütünden çekip dışarı verdiği ilk nefes ile yeniden havaya karışmıştı bile.

Herkesin ikişer nefes çektiği sigara bitince, onu yere atıp üzerini ayağıyla itelediği toprakla örten Ahmet konuşmaya başladı. Bir yandan da kiremit rengi eskimiş ceketinin iç cebinden bir başka sarma tütün çıkarıyordu:
- Dün gece can sıkıntısından sardım birkaç dene. Bu sinir de iyice tiryaki etti bizi.
  Alnını kırıştırdı, yaktığı sigaradan iki nefes çektikten sonra yanındaki adaşı İnce Ahmet'e verdi. O da bir nefes çekip ağzından uzunca vererek onayladı:
- Haklısın, rahat vermiyor ki şerefsizler. Aha, nefret ederim ben bu meretten ama içmezsem kendimi yer oldum.

Sekiz kişi olan grup, iyice çember hâline gelmiş, sohbet koyulaşmaya başlamıştı. Ortak kaygıları gelecek adınaydı, bunu dillendiriyorlardı. Söz sırası dönüp dolaşıp yine Recep'e geldi:
- Gardaşım da cumadan cumaya hava alır oldu. Anam da öyle. Çıkamıyorlar evden dışarı. Eve de ne kadar itimat edersen işte...
  Gruptakilerin bakışları, Recep'in, kahvede bir oturak çekip oturmuş olan kardeşi Ramazan'a yöneldi. Bu bakışlar biraz da şefkat doluydu ve abisinin yanında bunu daha fazla sürdürmek istemediler. Ramazan, doğuştan âmâydı ve zaten zor olan hayatı, sokakların karıştığı bu dönemde hayli çekilmez bir hâl almıştı. Abisi Recep varını yoğunu koyup onu rahat ettirmeye çalışmasa yaşamını devam ettirmesi imkansız gibiydi. Bir de anası... Anasının elinden pek bir şey gelmiyordu belki ama o bir şey gelmeyen, parmak uçları nasır bağlamış elleri yeterdi... Sevgisi, "kuzum" diyerek başını okşaması yeterdi. Anasının yanında yaşama gücü buluyordu.

Grubun ayaküstü sohbeti, Süphan'ın tepesinden yuvarlanan bir kar topağının, etrafına kattığı karlarla çığa dönüşmesi gibi; her birinin söylediği sözler, yakındığı dertler, açtığı konularla büyüyordu. Ramazan da bu sohbete kulak kabartmayı bırakmış, anasını düşünmeye başlamıştı. Onu evde yalnız bırakmayı sevmiyordu, aklı evde kalıyordu. Daha geçen hafta dayısının evi bombalanmıştı solcular tarafından. "Ne saçma!" diye geçirdi içinden, "Aynı vatanda, aynı ilde, aynı ilçede, aynı köyde hatta; aynı pınarın suyunu, aynı çeşmeye ağız dayayıp içiyoruz. Söze gelince aynı vatan için davamız... Ama birbirimizi vuruyoruz...". Düşüncelerini bölen bir araba sesi oldu. Alışıldık bir şey değildi hâlâ... Bu ses sadece düşüncelerini değil, kahvenin merdivenlerinin önünde sohbet eden grubun sohbetini de böldü. Herkes kafasını, sesin geldiği yere doğru çevirdi ve beklemeye başladı. Ahmet, kahvenin içerisine birkaç adımla giriverdi ve köşeye dayalı levyeyi aldı. Tam çıkacakken geri dönüp kaymış gözlerinin üzerindeki kaşları merak ve endişeyle kalkmış; etrafı dinlemekte olan, bıyığı yeni yeni terleyen Ramazan'a "Sen burada kal, eğil masanın altına iyice, tamam mı abim? Biz diyene veya tehlikenin geçtiğinden emin olana kadar da yerinden ayrılma. Abinle geliriz yanına." dedi.

Kısa bekleyişin ardından sokağın öbür ucunda fıstık yeşili rengine boyanmış bir Anadol A2 SL göründü. Gruptaki dört kişinin yanında tabanca vardı ve elleri bellerine, hazırda bekleyen tabancalarına, doğru gitti. Bunlardan biri de Recep'ti. Recep, arkasına doğru dönüp kardeşi Ramazan'a bakmak istedi ama göremedi. Saklandığını düşünerek bakışlarını yine araca çevirdi. Aklı kardeşindeydi. Hızlanarak yaklaşan arabanın sürücü kapısı hariç tüm kapılarının açık camlarından tabancalar çıktı ve bunların ateşlenmesiyle ortalık savaş alanına döndü. Recep, Ahmet ve arkadaşları kendilerini savunabilecekleri bir yere saklanmak üzere koşmaya başlayıp dağıldılar. Koşarken, mermileri çarçur etmemeye özen göstererek karşılık veriyorlardı. Siper alır almaz bunu daha özenle yapmaya başladılar. Recep, ateş ederken, bir aralık, kaçışırken yaralanan ve yerde hareketsiz yatan İnce Ahmet'i gördü. Kan beynine sıçradı. İnce'ye bir şey olmasına katlanamazdı. Bir sonraki atışında sağ öndeki adamı hedefledi ve silahını ateşledi. Tam isabet! Adam acı içinde bağırarak kolunu tutmuş ve araba hızla oradan uzaklaşmıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 18, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TANRI'NIN HATASI?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin