TAMAM MI, DEVAM MI?

71 6 1
                                    

7 MART 2016

Serkan, iştahsızca ağzına attığı birkaç lokma ile geçiştirdiği kahvaltısını yaptıktan sonra dişlerini fırçalayıp evden çıktı. Aklı hâlâ cuma günü Onur'dan ayrıldıktan sonra yaşadıklarındaydı. Onun düşüncelerini merak ediyordu; ama konuşamamışlardı, tekrar bir mesaj almamıştı. Asansörde, aceleden bağlayamadığı ayakkabılarını bağladı ve ince lacivert yağmurluğunun fermuarını çekip aynada hızlıca zaten taralı olan saçının ön tarafını eliyle kaldırdı. Güne başlamaya hazırdı, peki ya karşılaşacaklarına? Serkan, günün sonunda bu sorusunun cevabını alacaktı.

Dün gece yağan yağmurun basıklaştırdığı havadaki yağmur bulutları hâlâ şehri, dün gece yağmur bulutlarından ayrılıp yeryüzü ile buluşan bazı yağmur damlaları da yol kenarındaki ağaçların yapraklarını terk etmemişti. Binadan çıkıp Sivas Caddesi'ne doğru yola koyulan Serkan, bir yandan adımlarını sıklaştırırken, bir yandan da sağ bileğine taktığı, gözlüğü ile uyum içindeki kırmızı kulplu saatine baktı. Otobüsünün gelmesine dört dakika vardı. Durağa gelmiş sayılırdı, yine de adımlarını yavaşlatmadan, aynı tempoda yürümeye devam etti. Dün geceki yağmurdan dolayı oluşan su birikintilerine basıp su sıçratmamak için dikkat ediyordu yürürken. Çantası, tüm öğretim hayatı boyunca olduğu gibi ağırdı, yandan bakınca oldukça dolu olduğu belli oluyordu. Üç Serkan arka arkaya gelse ancak çantanın enine eşit olurdu. Zaten Serkan da uzun olduğu kadar zayıftı...

Serkan, liseye geçerken ilkokul 3. sınıftan beri dostu olan Onur ile aynı okula yerleşmişti. Bu da dostluklarını başka bir boyuta taşımıştı, artık dosttan da ötelerdi. Otobüs durağında durdu, pasosunu, cebinden çıkardığı cüzdandan çıkarıp cüzdanı cebine geri koydu. Rüzgarın esiş yönünden olsa gerek, dünkü yağmurda ıslanan duraktaki bank bomboştu, otobüsü herkes ayakta bekliyordu. Bir dakika kadar sonra beklenen otobüs geldi.

Yol boyunca oturacak yer bulamayan Serkan birkaç adımla kapıya ulaştı ve otobüsten indi. Okul bahçesinin girişinde birden olduğu yerde durdu. İstiklâl Marşı okunuyordu. Sesini fazla da yükseltmeden eşlik ederken bir an tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Serince eserek iç ürperten Kayseri rüzgarı değil; gurur, tüylerini şaha kaldırmıştı. İşte, çok değil, beş gün sonra 12 Mart'tı. Göndere çekilen bayrağa eşlik etmesi için Mehmet Akif'in on kıtasının seçildiği günün yıl dönümü... On bir gün sonra yine bir 18 Mart'tı. Mehmetlerin ölmeden mezara gömüldüğü savaşta, düşmanların denize gömüldüğü günün yıl dönümü... Marş bittiğinde, okul bahçesine girerken, içinden tüm şehitler için dua ediyordu.

Okul bahçesine girip tanıdığı birkaç kişiye başıyla selam verdi. Okulun öğrenci giriş kapılarından sağdakine yönelmesiyle, Onur'u, o kapı önündeki yığılmanın içinde görmesi bir oldu. Onur onu görmemişti. Bu, ona bir seçim şansı veriyordu: Ya yanına gidip bir fırsatını bulup konuşacaktı ya da diğer kapıdan girip ondan kaçacaktı... Kaçmak? En yakınından? Bu ne kadar sürebilirdi ki? Konuşmaya karar verdi, bunu istiyordu. Er ya da geç buna mecbur kalacaktı ve o zaman kaybetmek istemiyordu. Terslenirse? Terslenmek nihai sonuçsa bunu o zaman veya bu zaman yaşamanın farkı yoktu onun için. Koşar adımlarla kapının önündeki topluluğa yanaştı ve kendiyle kendisinden hacimli çantasına bir yer buldu. Beklemesi gereken bu saçma yığılma onu çıldırtıyordu. Ama bir yandan da söyleyeceklerini ince ince hesaplamak için zaman kazanmıştı. Bunun kendi suçu olmadığını ona anlatmalıydı. Ona kendini anlatmalıydı! Anlayacaktı, anlamalıydı.

Onur içeri girmiş, bir üst kattaki sınıfa çıkmak için merdivenlere yönelmek yerine, sola dönerek zeminden aşağıya inen merdivenlere, yani kantine doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu bir fırsattı, sınıf iyi bir konuşma ortamı sayılmazdı. Serkan kendini okul binasının içine atar atmaz artık koşar adımlarla değil, koşarak kantine indi. Onur çoktan sıraya girmişti; onun önünde, sırada sadece bir kişi vardı. Serkan içeri girip Onur'un kendisini görmesinin pek de mümkün olmadığı bir yerden onun işini bitirmesini beklemeye başladı. Onur, sırasının gelmesini beklerken iki defa kantini ifadesiz gözleriyle taramıştı. Serkan bunu fark ederek bulunduğu yere biraz daha yaslanmayı denedi. Kahretsin, bu çanta ile daha fazla yaslanmasına imkan yoktu! Kaba çantasını eline alarak bunu tekrar denedi. Şimdi daha görünmez bir konumdaydı. Onur'un kendisini görmesine izin verirse belki de onun ortam değiştirmesine de izin vermiş olacaktı. Onur, onu gördükten sonra kantinden aldıklarıyla sınıfa doğru hızlıca giderse bir şey diyemezdi ve elindeki fırsatı kaybederdi. Serkan'ın tek isteği ise konuşup her şeyin normal devam edeceğinden emin olmaktı.

TANRI'NIN HATASI?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin