Anlatılması zor bir acının bir insanın yüzünü nasıl çizgi çizgi boyutlandırdığını az çok tahmin edebilirsiniz. Ne kadar genç olursa olsun, ne kadar hayata sımsıkı tutunursa tutunsun gözlerin altındaki küçücük bir çizgi belli eder içindeki acıyı...
Annemde 5 yıldır gördüğüm tam olarak buydu. Somut bir acı. Beş yıl önce bugün mutlu uyandığı son gündü.
Her gün olduğu gibi hiç bıkmadan kalkıp babamın en sevdiği omleti yapar, kahvaltı etmeden evden çıkmasına izin vermezdi. Babam da anneme tapardı 14 yıllık evliliklerine herkes gıpta ile bakardı, ben dahil. Birbirlerinin gözlerine bakarken gördükleri o ışığı fark etmemek imkansızdı.Orta gelirli bir aileydik babam haksızlığa katlanamayan bir adamdı. Çok kez "Burası tamam artık Aysel" derdi anneme, "Görürsün buradan emekli olacağım, kızımızı da alıp denize karşı bir eve yerleşeceğiz, yazın kalabalık ve güneşli olacak. Kışın her sabaha doğan güneş yalnızca sen olacaksın." ama olmadı babam 5 yıl önce 22 Eylül sabahı son defa annemin elmacık kemiğinin üzerine bir öpücük kondurup evden çıktı, bir daha geri dönmedi.
Annem o uğursuz telefonu aldığında okuldaydım, yanında olamamıştım. Hayatında ki en değerli insanın iş kazası geçirdiğini hastaneye kaldırıldığını 22 Eylül akşam üzeri öğrenmişti. Hastaneye gittiğinde sevdiği adamın elini tutup onunla kalması için yalvaramadı, çünkü o çoktan gitmişti.Okuldan gelmem, kapıyı açık evi boş bulmam, babamın en yakın arkadaşından gelen telefon, hastaneye koşmam, annemi bir hastane odasında baygın görmem, babamın ölüm haberini almam hepsi gözlerimi açıp kapatmak gibi kısa bir süre içinde oluvermişti. O kadar inanılmaz bir şoka uğramıştım ki mezarlıkta babamın üzerine attıkları ilk toprakla ilk defa çığlık atarak ağlamaya başlamıştım. O ana kadar kendi hayatımı uzaktan izliyor gibiydim. Kendi hayatımda ki zavallı bir figüran gibi.
Daha sonrası bir biri ardına dizilmiş taziye ziyaretleri, ağlamaktan kızarmış gözler, üzgün yüzler...
Babamın bu ani ölümüne üzülmeyen tek bir kişi yoktu. Sıcak kanlı, güler yüzlü, çok renkli bir adamdı babam. Ateşin düştüğü yeri yakatığı barizdi ama babamın ateşi bizim küllerimizi bile savurmuştu.Annem günlerce kendine gelemedi, günlerde yemek yemedi, konuşmadı tek bir tepki vermedi. Gece, tek başına kaldığı odasında sessiz hıçkırıklarını duyardım ama kesinlikle yanına gidip ona sarılma gücünü kendimde bulamadım.
Ziyaretlerin arkası kesilip gerçeklerle yüz yüze kaldığımızda farkına varmaya başlamıştık. Ben lise öğrencisiydim, annem ev hanımıydı ve babamın ölümünden sonra gelirimiz de kalmamıştı. Buzdolabımızda ki boşluk arttıkça yaşadığımız o yoğun acının dışına çıkıp dışarıdan kendimize baktık. Maddi, manevi bütün varlığımız yok olmuştu ve biz hala nefes alıp veriyorduk. Yaşıyorduk ve yaşamaya devam edecektik. Bizim adımıza bir oyun yazılmıştı, sahnedeydik ve perde kapanana kadar oynamak zorundaydık.
Babamın en yakın arkadaşı Erhan amcanın yardımıyla annem bir tekstil firmasında çalışmaya başladı. Kıt kanaat geçiniyorduk ve yapayalnızdık. Annem, zorlukla beni okutup liseyi bitirmemi sağladı. Pek parlak bir öğrenci değildim. Babamın ölümünden, annemin her geçen gün benden uzaklaşmasından sonra derslerim iyice düşüşe geçmişti. Sınıfı geçsem kendimi şanslı sayacaktım.
Üniversite sınavlarına çalışmamıştım bile, yanlışlıkla kazanmaktan korkmuştum. Annemin yorgun ve acı dolu bedenini gördükçe ona daha fazla yük olmaktan korkmuştum. Tahmin edildiği gibi sınavda barajı bile geçememiştim zaten. Mezuniyetimde ve sonrasında annemle üniversite konusunu hiç konuşmamıştık, aramızda imkansızlıkların oluşturduğu gizli bir anlaşma gibi tarihe karışıp gitmişti.
Hayatımda bu kadar acı gerçeğinin yanında yüzüme tebessüm konurabilen tek bir kişi vardı. Tarık. Erhan amcanın tek oğlu. Beraber büyümüştük, çocukluğumuz, gençliğimiz, okul yıllarımız hepsinde yan yanaydık. Hepsinde o benim yanımdaydı. Babamın ölümünden sonra beni hayata döndüren oydu. Bıkmadan hergün yanımda olmuş, yanımdan bir saniye bile ayrılmamıştı. Onu seviyordum, annemden sonra değer verdiğim tek insandı. Hiç dile getirilmese bile doğduğumuz andan itibaren beraber yaşlanacağımız belliydi. Zamanı gelince onunla evlenecektim. Zaten başka bir adama alışmak, başka bir adamı tanımak, sevmek benim altından kalkabileceğim birşey değildi. Tarık'a aşık değildim yani onu görünce kalbim boynumda atmıyor, nefes alışverişlerim hızlanmıyordu, ayaklarımında yerden kesildiği falan yoktu ama kolunu omuzuma attığı anda hissettiğim güveni başka birinde hissetmeme olanak yoktu. Tarık, Tanrının bana yazdığı oyunda başroldü. Ben bile kendi hayatımda figüranken, Tanrı ona başrolü vermişti ve ben bundan oldukça memnundum.
Annem de Tarık'a bayılırdı. Babamdan sonra benimle uğraştığı kadar anneme de destek olmuştu. Emri vakiler yapıp annemi yemeğe götürürdü, çiçeklerle ziyarete gelir bizi şımartırdı.
Tarık evimizdeki tek umut, tek tebessümdü. Onu bu kadar değerli kılan herşeyden önce babamla aynı ismi taşımasıydı. Onu sadece bunun içinde pekala sevebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HASAR
Teen FictionAli Kayaaslan, bedeninin içinde bir ölü taşıyordu ve bu ölüyü kendi kanıyla besleyip kendi benliğini her gün biraz daha yok ediyordu. ... Gücünü acısından alan bir adamı durdurmaya çalışmanın imkanı yoktu. Bende teslim oldum.