KÜL

133 18 14
                                    

Koşarak geçtim kalabalıkların arasından, ruhumun derinlerinde ellerini boğazıma dayayan adamı görmedim, karanlık yollardan gelip geçen arabaları, onların uyarı dolu korna seslerini, yerden peşi sıra gelen ayakkabımın tok seslerini, durmadan çalan telefonumdaki tiz melodiyi duymadım.

Sadece hedefine kilitlenmiş bir koşucu gibi sadece koştum. Sonunda beni bir zafer beklemediğini bildiğim halde koştum. Oraya varınca ne yapacaktım sanki? Ne diyecektim? Bekli bininci kez ruhum titredi.

Uğursuz haberi almamla beraber restaurantın kapısına koşmuştum. Ardımdan yaşadığımız anın şaşkınlığını gözlerine iliştirmiş bir şekilde gelen Tarık'ın varlığını hissedebiliyordum. Beni ne zaman yalnız bırakmıştı ki zaten.

Tarık beni arabanın ön koltuğuna oturtup, kendi de yanımdaki koltuğa oturdu. Bez bebek gibi görünüyordum ama içim çoktan ayaklanıp baştan aşağı hasarlı olan o adama koşmaya başlamıştı.

Bütün sesler anlamını yitirmiş bir fısıltıya dönüşmüştü. Tarık'ın da elini koluma koyduğunu, bana sorular sorduğunu duyabiliyordum, ama görme yetim tamamen kaybolmuş, her görme açıma siyah gözler yerleşmişti. Zar zor bir hastane adı söyledim ya da söylediğimi sandım, bilmiyorum ama Tarık arabayı durduğunda kendime gelmiştim.
Az önce koşarak buraya gelmek istiyordum ama şimdi elim kapıyı açmak için bile harekete geçmekten acizdi.

Şimdi merakla içeri gidecektim. Hakan bey ve onun ailesi büyük ihtimalle orada olacaktı.

Onun ailesi...

Annesinin öldüğünü biliyordum. Babası içeride olabilirdi. Belki de sevgilisi, nişanlısı başında ağlıyor olabilirdi. Hatta evli bile olabilirdi.
İyileşmesi için her türlü maddi destek verilmişti ve onun gerçekten iyileşmesi isteniyordu.

Tarık'ın sesiyle irkildim. Endişeli gözlerini bana kitlemişti.

"Deniz, birşey anlatmaman sinirimi bozuyor."

Haklıydı. Önce onu başka bir adamın yerine koyup beni öpmesine izin vermiştim, bunu fark edince de kaçmak istemiştim ama o hala benim yanımdaydı.

"Arayan Hakan beydi. Hastalarımdan biri intihar etmiş."

Daha fazlası değildi işte, olamazdı. O benim sadece hastamdı. Peki neden ruhum bu adam için eziliyordu.

"Hadi inelim. Kötü düşünme belki zamanında getirilmiştir."

Tarık içeride yatan kişinin bir erkek olduğunu bile bilmiyordu. Bu saçma sapan ayrıntıyı ne demeye ondan saklamıştım sanki.

Sonunda komut verebildiğim elim kapıya uzandı. İçerideki ailesiyle, Hakan beyle hatta onunla bile yüzleşmem gerekiyordu. Bu benim hatamdı.
Arabadan inince aciz bir şekilde Tarık'ın varlığını aradım, ona her zaman olduğu gibi şimdi de ihtiyacım vardı.

Hastaneye doğru attığım her adımda siyah gözler aklımı işgal ediyor ve ruhumun üzerinde tepiniyordu. Saat hakkında bir fikrim yoktu ama gece yarısını çoktan geçtiğine emindim. Sonunda büyük kapıdan içeri adım atabildim, Tarık hemen bir hemşireye yöneldi.

"Deniz hastanın adı ne?"

"Ali Kayaaslan."

Ali ismini hep sevmiştim. Bir zamanlar evimize yakın bir yerde oturan yaşlı bir amca vardı. Eşini uzun yıllar önce kanserden kaybetmişti.
Kısa boylu, ton ton bir amcaydı. Okula gidip geldiğim zamanlarda, evinin önünden geçerken elime çikolata tutuşturmayı adet etmişti. Şüphesiz tanıdığım en iyi insanlardan biriydi. Daha sonra okuldan döndüğüm bir gün evin önündeki kamyonete eşyalarını yerleştiriyorlardı.
Bir kaç gün sonra tek başına kalamadığı için oğlunun evine yerleştiği söylendi.
Yani Ali ismi bende hep iyi niyetli, güler yüzlü insanlara ait olarak kalmıştı.

HASARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin