13.Bölüm: BIÇAK

65 6 7
                                    

Çaresizlik...

Koskoca kalabalık insan çemberinin bakışları arasında kalmış, bütün çaresizliğimi bütün vücut uzuvlarımda ve duygu dünyamın en küçük parçasında hissediyordum ve bunu aynı şekilde dışa vuruyordum.

Sanki bu gözlerin önünde çıplak duruyormuşcasına utanıyor ve mahçup hissediyordum. Sanki sadece bileğimi örten bez değil de bedenimi örten bez düşmüş gibi...

Herkesten, başta belki de en çok bilmesi gereken kişi olan Arnes ten sakladığım havada duran kitabın anahtarını -bileğimdeki aşk mührünü- aşağı doğru indirdim. Bileğimi indirirken çevremde toplanmış olan insanların bir anda sustuklarını ve gözlerimin içine çok büyük bir suç, çok kötü bir günah işkemişim gibi baktıklarını farkettim. Biraz önce talim yaparken beni hayranlıkla izleyen bu insanlar şimdi bana hayal kırıklıklarıyla bakıyorlardı.

Hayal kırıklığıyla bakan her göz teker teker çemberden ayrılmaya başladı. Benden kırgınlıklarını bile alıp güze yeni girmiş bir ağacın yaprakları gibi sararıp teker teker beni terkettiler.

Yapraksız ağaç olur muydu hiç, yaprak olmasa ağaç yaşayabilir miydi? Bütün yapraklarım teker teker dökülüyordu. Sırada Arnes vardı. Belki de şuan en çok sararan yaprağım oydu, en çok kuruyup kırılan...

Arnes herkes gittikten sonra gözlerimin içine bakmaya devam etti ve dolan yaşlı gözleriyle beni en zayıf noktamdan vurdu. Ve sonunda tek kelime etmeden o da gitti. Ağzı belki tek kelime etmedi ama gözleri çok şey anlattı. Koca bahçede herkes benden en uzak yere doğru ilerlemişti ve ben yapraksız bir dal kurusu gibi yapayalnız kalmıştım. Ben nerden nefes alacaktım, nasıl yaşayacaktım?

Ama çok geçmeden arkamdan omzuma dokunan bir elin benim hala bir yaşam kaynağımın olduğunu hatırlattığını gördüm. Ve arkamı döndüğümde hala bir yaprağım kaldığını farkettim, nefes alabileceğim, hayata tutunabileceğim yaprağım... en yeşil ve hiç dökülmeyecek kadar bana bağlı yaprağım...

Gözlerimin içine benden daha üzgün bir ifadeyle bakan yıldızım benim en yeşil ve en büyük yaprağımdı ve beni asla terketmeyecekti, bundan o an bütün kalbimle emin olmuştum.

Yıldızım kolumdan tutarak beni içeri doğru götürdü. İnsanların arasından geçerken bana birer birer sırtlarını döndüler. Bana bu denli sırt çeviren insanları geride bırakarak merdivenleri çıkıp koridora doğru yürümeye devam ettik. Odamın önüne gelince yıldız kapıyı açtı ve içeri girdik. Beni yatağıma oturttu ve masanın üstünden suyu alıp bana uzattı. Bir yudum içip geri verdim.

Yıldız yanıma oturdu ve dakikalarca hiç konuşmayıp öylece sustuk. Bu Susup kaldığım zamanda düşüncelerimi ölçüp tarttım. Söylememekte çok mu hata yaptım, benim hakkımda ne düşünecekler, bundan sonra nasıl devam edecek... ve daha birçok soru döndü kafamın içinde. Ben bu denli düşüncelere dalmış hiç konuşmuyorken yıldız elini omzuma atıp omzumu ovarak:

-Bu kadar üzme kendini. Düşündükleri kadar kötü bir şey yapmadın? dedi beni bir nebze olsun rahatlatmak için.

Ama rahatlatmak için bile söylemiş olsa kötü bir şey yaptığımı söylemiş oldu farketmeden. Düşündükleri kadar kötü bir şey yapmadım belki ama kötü bir şey yaptım, bu gerçekti.

Sessizliğimi korumuştum ve tek kelime dahi etmemiştim. Belki bir saat daha hiç konuşmadım ve sadece daha sonrasını düşündüm. Nasıl çıkacaktım odadan, aralarına girip neden sakladığımı nasıl söyleyecektim, nasıl tekrar güvenlerini kazanacaktım...

Henüz kendime bile söyleyemediğim bu nedeni nasıl bir başkasına söyleyecektim?

Bu sorunun cevabını vermeye bile hazır hissetmiyordum kendimi, hatta bu sorunun cevabını düşünmeye bile hazır değildim. Aslında bu iş başlarken bile her şey belliydi ve ben o gökyüzünü seyrettiğim ve yıldızın düştüğünü görüp yanına koştuğum gün sadece bu amaçla hareket etmiştim.

Gece GüneşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin